Bourne'un Mirası aslında bir devam filmi. Matt Damon'un baş rol oynadığı ilk üç filmden bir parça bağımsız bir hali var.
Fakat talihsiz ajanların otorite tarafından kolaylıkla harcanması meselesi burada da karşımıza çıkıyor.
Filmin aksiyon sahnelerinin başarısı, anlatımın düzgünlüğü, oyunculukların vasatın üstünde olması bir tarafa, bu ajan takımının uğradığı muamele, üzerinde durulması gereken bir olgu.
Sen hizmet aşkına canını defalarca tehlikeye at. Fakat senin dışında gelişen aksilikler yüzünden masa başı takımı senin üstünü çiziversin!
Bilim-kurgu tarafı, yani ruhun ve bedenin programlanması, daha üstün ve dayanıklı modeller oluşturulması, bunların ilaçlara bağımlılığı filan, hayal dünyasına hitap eden atraksiyonlar. Ama bu hayal dünyasının altında yatan şeytani düşünce, otoritenin mutlak hakim olma histerisinin hangi boyutlara varabileceğini gösteriyor.
Kullanılacak insanları, insanlıktan uzaklaştırarak sadece faydalanılacak cihazlar haline dönüştürme arzusu, iş bitince veya işler sarpa sarınca bu cihazları kolayca ortadan kaldırabilme gözü dönmüşlüğüne varıyor.
Bir ülkenin kendini bütün dünya üzerinde tasarruf hakkına sahip hissetmesi nasıl açıklanabilir?
Bu kibir ve şımarıklık üzerinde, genelde filmin tantanasına kapılarak fazla durmuyoruz.
Hedefe varmak için her türlü gayri insani hareketi meşru gören bu zihniyet genel bir rahatsızlık oluşturması gerekirken, nedene es geçiliyor.
"Bournue'nin Mirası"nda durumun farkına varan kahramanımız otoriteyi ters köşeye yatırıyor. Fakat diğer arkadaşları katledilmekten kurtulamıyor.
Jeremy Renner baş rolde Matt Damon'u aratmıyor. Edward Norton rolünün hakkını veriyor. Serinin yazarıyken bu sefer yönetmenliği tercih eden Tony Gilroy'un performansı da gayet iyi.
Hikaye açısından ise maalesef ilk üç filmi aşamıyor Bournue'un Mirası. Zaten böyle bir endişe de görünmüyor. Bu filmin çıkış noktası, "İlk üç film iyi iş yaptı. Kazanmaya devam!" kolaycılığı...
Velhasıl ille de macera ve aksiyon diye tutturanlar için!
(Türkiye gazetesindne alınmıştır)