İnsanların yaşamına yön veren iki farklı düşünce vardır...
Birincisinde, kişinin kısa süreli menfaatleri ön plana çıkıyor...
“Bugün kazanayım da yarına Allah kerim...”
Yani kısa süreli kazanç düşüncesi hakim kılınıyor...
Böylesi düşüncede olanlar, geleceği hesaba katmadıkları için iş yaşamında kaliteyi ve fiyat istikrarını ön planda tutmazlar...
Ve kısa sürede gerçek yüzleri ortaya çıkınca zarar etmeye veya dışlanmaya başlarlar...
Siyasette ve iş hayatında olduğu gibi sosyal yaşamda da bu tür düşüncelerle hareket edenler, ikinci gruba girenlerden daha fazladır...
Özellikle bizim ülkemizde günlük çıkar ilişkileri veya elindeki ile yetinme anlayışı çok yaygındır...
Adam ne diyor:
“Bugünkü ilişkim veya bulunduğum ortam beni tatmin ediyor ya, daha iyisi gelecek diye kendimi niye riske atayım?..”
Öyleyse hiç zahmet etme...
Olduğun gibi yaşamaya devam et...
Ama ilerleyen yıllarda “Şimdiki aklım olsaydı” diyerek, geçmişteki hataları sorgulama...
Çünkü insanların önüne çıkan fırsatların geri geldiği pek de rastlanan bir durum değildir...
İkinci düşünce tarzı ise istikrar, güven ve ilerlemekle ilgilidir...
Değişkenlik ve kısa süreli menfaatleri hesaplamak yerine, istikrarlı bir şekilde ilerlemek, güven duymak ve güven vermek çok önemlidir...
Kaliteyi ön planda tutmak...
Ve bu şekilde geleceği garanti altına almak...
İş ve sosyal yaşamda, böylesi düşüncelerin önü daima açıktır...
Başlangıçta bunun yararlarını pek görmeseler de ilerleyen yıllarda ne kadar haklı olduklarını çok daha iyi anlarlar...
İki farklı düşünceyi gündeme getirmemin nedenleri bir değildir...
Siyasette kısa süreli çıkar ilişkilerinin ön plana çıkması nedeniyle yaşananları zaten hepimiz ibretle izliyoruz...
Adamın bir hafta önceki tercihi ile bugünkü tercihi arasında dağlar kadar fark vardır...
Değişkenliğin ana nedeni ise ‘kısa süreli’ menfaatlerdir...
Benzeri bir durumu iş hayatında da yaşıyoruz...
Bazı ithalatçı veya üreticilerin önceliği kaliteli ürün sunmak ve sınırlı kâr oranı ile çalışmak değildir...
Tam tersi, düşük kaliteyi, yüksek fiyatla pazarlama anlayışı yaygındır...
Hele birkaç denemede yakalanmamış ve bir miktar ilerlemişse, daha sonraki günlerin de hep aynı şekilde devam edeceği hayaline kapılır...
Ama sonunda yaya kalır...
Kimler gibi?..
Enginar üreticileri gibi...
Bir zamanlar narenciye, hellim, patates ihracatında oldukça başarılıydık...
Son yıllarda tarımsal ürünlere bir de enginar eklendi...
Türkiye gibi dev bir pazar, Kıbrıs’ın ürettiği enginarların tümünü çekmeye başladı...
Bunun kıymetini bilmek ve kaliteli üretimi ön planda tutmak gerekirdi...
Ama öyle olmadı...
Bazı üreticiler, kabul edilebilir limitlerin üzerinde tarımsal ilaç kullandıkları için ürettiklerini pazarlayamadı...
Tonlarca enginar Gazimağusa Limanı’nı aşamadı...
Peki iç piyasaya sürülenler?..
Tarım ve sağlık bakanlıklarının bu konuda halka ne diyeceklerini merakla bekliyorum...
Enginarın ‘hormon’ ve diğer tarımsal ilaçlar kullanmadan, kasım ya da aralık ayında yetişmesi nasıl mümkün olabiliyor, o konuya da birileri açıklık getirmelidir...
İlaç kullanmadan üretim yapanlar, enginarın mart ayında olgunlaştığını iyi bilirler...
Son yıllarda bunun üç, dört ay gerilere çekilmesinin elbette vardır bir nedeni...
Kanser hastalıklarının patladığı bir ülkede öncelikle Tarım Bakanlığı’nın, daha sonra da Sağlık Bakanlığı’nın bizleri aydınlatmasını bekliyoruz...
Vatandaşları “Keşke yemeseydim” noktasına getirmeyelim lütfen...
(Kıbrıs gazetesinden alınmıştır)