Sağlık Bakanı kanserde dünya beşincisi değil, nüfusa göre dünya birincisi olabileceğimizi söylüyor...
   Müthiş bir itiraf!..
   Bakan olsanız da gerçekleri saklayamazsınız...
   Kanserde dünya şampiyonu olmamızı saklamanın bir anlamı yoktur...
   Tanınmamış olduğumuz halde dünya şampiyonluklarımız sadece kanserle sınırlı değildir...
   Nüfusa göre en fazla birlik, dernek, cemiyet ve sendika bizde...
   Aynı şekilde en fazla siyasal parti, gazete, radyo ve televizyon da bizde...
   Kamuda ve belediyelerde istihdam şampiyonluğunu unutmayalım...
   Ama hepsinden önemlisi erken emeklilik şampiyonluğumuz var...
   Yıllar öncesinde Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi...
   Düşünün 28 yaşındaki adamı 30 yıl üzerinden emekli yaptılar...
   O gün, bugündür hiç çalışmayan insanlara maaş ödüyorlar...
   Bunların bir kısmı ikinci bir iş buldu...
   Bir kısmı işsizlikten eve kapandı, bunalıma girdi, hasta yatağına düştü...
   Ambargolardan yakınan ve Türkiye’nin mali yardımlarıyla ayakta duran KKTC devleti, bugün 50 yaşında olan ve 30 yaşında emekli çıkan bir adama, 20 yıldan beri hiç çalışmadığı halde maaş ödüyor...
   Diğer yandan, üniversite mezunu binlerce gence istihdam kapısı açamıyor...
   Yüzlerce ‘geçiciyi’ kadrolamıyor...
   Böylesi bir şampiyonluk dünyanın neresinde var?..
   Hiçbir yerde yok...
   Mumla arasanız bulamazsınız...
   Öyleyse birçok konuda şampiyonlukları elinde bulunduran bir ülkenin kansere teslim olması hiç kimseyi şaşırtmamalı...
   Dağları oyulmuş, ormanları yok olmuş, yeşil alanı kalmamış, her tarafı betonlaşmış bir ülkede kanser patlaması yaşanmaz mı?..  
   İthal edilen gıdaların yüzde 60’ını tahlil edemeyen, kendi ürettiğinde ne kadar zehir ve hormon kullanıldığını bilmeyen, gıda satış yerlerini yılda bir kez bile denetlemeyen bir yerde kanser patlaması yaşanmaz mı?..
   Asbestli borulardan geçen su ile ağız yıkanan bir ülkede sağlıklı bir yaşam mı bekleniyordu?...
   Su insan sağlığı açısından olduğu gibi yetiştirilen ürünler açısından da çok önemlidir...
   Bizde doğal su kaynağı kalmadı...
   Kuyudan çıkan sular içilebilir değildir...
   İçilebilir olmayan sularla yetiştirilen sebze ve meyvelerin ‘sakıncalı’ olduğu her fırsatta uzmanlar tarafından dile getiriliyor...
   Peki geriye ne kaldı?..
   Teknecik belası!!!
   İhalesiz jeneratör alımlarına milyonlarca Euro harcandığı halde, santral için gerekli olan filtre alımı ihmal edildi...
   Bugünkü iktidarın halka en büyük vaadlerinden biri de Teknecik santraline filtre takılmasıydı...
   Ne oldu?..
   Hiçbir şey...
   Santrale yeni jeneratörler alındığı zaman, Güzelyalı’daki Lütfi 10 yaşında idi...
   Bugün 16 yaşında...
   Feride henüz doğmamıştı...
   Şimdi hem Lütfi, hem Feride, onların arkadaşları, anne ve babaları, dayıları, amcaları, teyzeleri, enişteleri, o bölgede oturan insanların hepsi zehir soluyor...
   Civardaki Esentepe ve Çatalköy’de kanser hastalıklarının arttığını bizzat Sağlık Bakanı söylüyor...
   Fakat bir Allah’ın kulu çıkıp da santralin filtresinden söz etmiyor...
   Teknecik santrali doğaya yılda 40 bin ton kükürt, 5 bin ton katı parçacık ve 250 ton hidro karbon salıyor...
   Filtre sistemine geçilmesi halinde tahribatın azalacağını söyleyen uzmanların görüşleri dikkate alınmıyor...
   Ne var ki; bakanlar ‘çifte’ makam arabasıyla dolaşmaya devam ediyor...
   Yaklaşık 3 bin RHA sokaklarda boy gösteriyor...
   Müdürün evine kolakas götür, müsteşarın evindeki eşyayı al getir, delegeyi köyüne bırak...
   RHA’lar, çoğu özel gerekçelerle yollarda boy göstermeye devam ediyor...
   Akaryakıt, ruhsat, bakım ve onarım masraflarını kimse hesaplamıyor...
   Peki Tennecik Santrali’ne filtre alımı?..
   Ona para yok...
   Bakanlar o bölgeden geçmediğine göre sorun da yok!..
   İşin özeti işte budur...

(Kıbrıs'tan)