Süre giden kahvaltı, duş, anne şefkatine sarılı sohbetin ardından kendini yeni yıkanmış çarşafların lavanta kokusuna bıraktı adam. Uyumalıydı ve unutmalıydı. Neyi unutması gerektiğini bilmese de unutması gerektiğini biliyordu. Ya da hatırlamalımıydı acaba? Belki hatırlasa unutacaktı. Evet neyi unutmaya çalıştığını hatırlasa kesin unutacaktı ancak bilmiyordu. Düşünürken ne düşündüğünü düşünerek düşündüğünü unutmak gibiydi. Kendi kendine beyninin ona oynadığı oyunlara susmasını söyleyerek bıraktı kendini başka bir aleme.

'Hayır! Gelmeyin! Lütfen koşacak halim kalmadı artık! Bırakın peşimi!' diye hem haykırıp hem koşuyordu çocukluğunun geçtiği sokaklarda. Bahar yağmuru yağıyordu ılık ılık ve ayakları kanamıştı koşmaktan. Yıkık bir binanın içine attı kendini. Nefes nefese kalmıştı. Bir yandan nefesini düzenlemeye bir yandan da kimse var mı diye etrafı incelemeye çabalıyordu. Yüzleri farklı maskelerle kapalı olan kadınlı erkekli küçüklü büyüklü grup 'Kaçamazsın! Kaçma! Konuşmamız lazım! Dur!' diye geçti gitti binanın önünden. Rahat bir kaç nefes alıp gözlerini kapadı adam/çocuk. Yorgundu, ıslanmıştı, ayakları kanıyordu, korkmuştu. Kimdi bunlar ve onu neden kovalıyorlardı. Ayaklarının altında bir gıdıklanma hissederek irkildi. Minik ıslak bir köpek yavrusu... Ayağını yalayarak ve sürtünürken gözlerine bakıyordu Korkma! der gibi. Bir süre kalakaldı adam. İnsanlar kovalıyor ama minicik bir köpek kendi ıslaklığını, korkusunu bırakıp şefkat gösteriyordu. Yavaşça kucağına alıp göğsünde ısıtmaya çalıştı onu. O sıcaklık öyle iyi gelmişti ki bedenine, ruhuna, uyuyakaldı. Birden irkilerek uyandı. Kucağındaki köpek yavrusu kendi çocukluğuna dönüşmüştü. Kocaman sarılmış halde uyuyordu koynunda. Telaşla ne olduğunu anlamaya çalışırken gırtlağını yırtarcasına 'Anne yardım et!' bağırırken ter içinde uyandı. Annesi baş ucunda şaşkınlıkla izliyordu onu. Annesine sımsıkı sarılarak 'Anne korkuyorum. Sarıl bana lütfen sarıl ve hiç bırakma.' dedi.

...

Akşam gene örtmüştü acıları ve kadın elinde kahvesiyle arşınlıyordu beyoğlu sokaklarını. Tadı yoktu ne kahvenin ne aldığı nefesin ne de yaşamsal anlamdaki bir şeyin. Kötü bir gün geçirmişti. Adını bile anmak istemediği medya ve basın dünyasının yamyamlarına yazdığı kitabın içeriğinin değişmemesi konusunda ikna etmeye çalışırken ruhu bedenine isyan etmişti. Ve sonunda çıldırmış bir halde 'Bu kitap ya böyle basılacak ya da asla basılmayacak. Gidiyorum ben' diyerek vurup kapıyı çıkmıştı.

Bu yükselmenin ardından içine düşmüştü gene o ateş. Kendisi ve içteki kendisi başlamıştı gene kavgaya...

 'Neden sakin kalamadım ki? Bu piyasa böyle maalesef ve sen bunu biliyorsun Arya. Bile bile girdin bu yola. Şimdi emeklerinin hiçe sayılmasına önce sen mi izin vereceksin? Hayır elbette vermeyeceğim. Hemen maillerimin arasında adı hiç duyulmamış diye elediğim o yayınevini arayıp harekete geçeceğim. Evet. Aferin kızım sana işte sana da bu yakışır. Aferin.'

Neyse ki anlaşmışlardı bu sefer (çok nadir olan bir durumdu bu) kendisiyle kendisi. Elindeki kahveyi çöpe atarak  evinin yolunu tuttu hemen.

Kapıdan girer girmez ayakkabılarını bile çıkarmadan bilgisayarın başına geçti ve mail adresindeki numarayı çevirdi nefes nefese. Uzun uzun çalan telefon tam vazgeçip kapatmak üzereyken açıldı.

'İyi akşamlar. Ben Özgür bey ile görüşmek istemiştim.'

'Buyrun benim. Ben kiminle görüşüyorum hanımefendi.' dedi karşıdaki ses. Bu cevabı beklemeyen Arya bir an tutuldu kaldı. Nasıl yani yayınevi sahibi kendisi mi açıyordu telefonu? Nasıl bir yerdi burası? Hemen düşüncelerini toparlayarak konuşmaya başladı.

'Merhaba Özgür bey. Ben Arya ...... X kitabının yazarı. Size gönderdiğim kitap özetimin üzerine görüşebileceğimize dair geri dönüş yapmışsınız ona istinaden rahatsızlık veriyorum size.'

Kısa süren bir sessizlikten sonra sert, net ve kendinden gayet bir ses tonu ile geceyi uykusuz bırakacak cevap geldi.

'Arya hanım evet kitabın özetini ben okudum ancak siz saatin farkında mısınız? İş için aranacak bir saat mi? Sanırım kitabınızda yazanlar kadar duyarlı değilsiniz insanların özel hayatlarına. Yarın mesai saatlerinde ofisime gelin konuşalım. Ayrıca bu fütursuzluğunuzu gençliğinize ve heyecanınıza veriyorum.İyi akşamlar.' Ve kapandı telefon.

Arya elinde telefonla ağzı açık kalakaldı. Bir süre üstündeki şoku atlatamadı. Olduğu yerde ne kadar oturdu bilmiyordu ancak telefonuna gelen mesajla normale döndü.

Mesaj atan Özgür beydi yarın ki görüşme saatini bildiriyordu. Sabahın 8'i diyordu. 'Yok artık!' dedi Arya. İçinde bitmeyen bir öfke dudaklarından mesaja akmak üzereyken tuttu kendini ve hemen duşa girdi. Ilık su ve meditasyon iyi gelmişti. Çayını alıp pencerenin önündeki koltuktan Galata'yı seyre daldı. Sabah erkenden gitmesi gereken toplantıya odaklanarak yatağına geçti.

...

Şehrin diğer ucunda adam geceye açmıştı gözlerini. Evde herkes uykudaydı. Saate baktı, gece yarısına çeyrek vardı. Derin ve deliksiz uyumuştu annesinin kollarında. Yavaşça bir kahve yaptı, sehpanın üzerinde duran gazeteyi eline aldı, salona geçti. Hızlıca ve ayık kafayla yazıyı tekrar okudu. Yazarın fotoğrafı yoktu ve isim olarak sadece ARYA yazıyordu. İletişim için verilmiş mail adresini gördüğünde mesaj atmaya karar verdi ve düşünmeden yazmaya başladı. Kimdi bu kadın ya da erkek ve nasıl küçümseyerek başkalarının acılarını yok sayabiliyordu büyük büyük cümlelerle.