Herkesi hayatta farkındalıklarla yola çıkaran sebepler vardır mutlaka.
Benim için en büyük sebeplerden birisi ‘anlaşılmak’ tı. Bir türlü olana uyum sağlamayı başaramıyordum. Aynı filmi seyrettiğim insanlarla bile öylesine ayrı noktalara takılıyordum ki ve bana ‘Ne kadar gereksiz şeyler düşünüyorsun böyle?’ diyorlardı. ‘Ama neden böyle olmuyor peki?’ diye itirazlarım sonunda hayal dünyasında yaşadığım, daha çocuk olduğum, hayatı bilmediğim, pembe gözlüklerle baktığım söyleniyordu. Susuyordum sadece. Kendime çekiliyor ya okuyor ya yazıyor ya da çizmeye başlıyordum.
Farklı düşünce ve duygularımı çevremle paylaşmaya başlamadan önce herkesin benim gibi baktığını düşündüğümden olsa gerek yadırganma mı anlayamıyordum. Normal olanın bende olan olduğunu sanıyordum hep. Paylaştıkça gördüm ve bizzat yaşadım ki herkes sunulanı görüyor, algılıyor, kabul ediyor.
Sonra sonra paylaşmaya devam ettikçe yalnızlığımı fark etmeye başladım. Konuştuklarım ulaşmıyordu kimseye. Ve inatla bana ‘bayan pozitif’ olmaktan vazgeçmem gerektiği söyleniyordu. ‘Bayan Pozitif’ çevremdekilerin bana taktıkları bir lakap olmuştu artık. Böyle kalamazdım onlara göre. Öfkelenmeli, kızmalı, kavga etmeli, elimi masaya vurmalı, hakkımı yedirtmemeli, bana yanlış yapanı yerden yere vurmalı, eleştirmeli, yargılamalıydım. Herkesi ve her şeyi olduğu gibi kabul edip bana kırıcı davranıp hakaret edenleri affetmem aptallıktı hatta korkaklıktı. Korkak olduğum için susmayı seçiyordum onlara göre.
Kadındım eninde sonunda. Ev kadını olmalıydım. Ev vardı, rahattım, eşim iyi biriydi (dövüp sövmüyordu, karıya kıza gitmiyor, kumar oynamıyordu) daha ne istiyordum hayattan. Bu durumda itiraz etmem demek kötü insan, kötü kadın, kötü anne olmam demekti.
Her sabah uyandığımda ve her gece uyurken huzursuzluk sarıyordu etrafımı. Bu sunulan hayat mutlu etmiyordu ki beni. Alışveriş yapmak, gezmek, birileriyle kahve içmek yetmiyordu. Depresif halde içime gömülüp okuyordum sadece. Beni anlayan bir dostum vardı elbette.
Neden yetinemiyordum ki bana sunulanlarla? Allahtan belanı mı istiyorsun daha diyenler bile vardı. Annem ‘biz nelere katlandık be kızım diyordu!’ , babam ‘Erkek her şeyi yapar. Sen kadınsın kendi işine gücüne bak. Sen kendi namusunu koru!’ diyordu. Kime yönelsem bir bir kapanıyordu kapılar yüzüme. İşte o an fark ettim. Kendim dışında herkeste ve her şeyde arıyordum cevabı, yardımı. Birileri beni aldın bir yerlere koysun istiyor, anlasın istiyor, dinlesin istiyordum sürekli. Konuşup anlatmaya, anlatmaya, anlatmaya çalışıyordum. Ve farkettim ki gene yanlış yapıyordum. Neden mi? Konuşuyordum sadece. Anlatıyordum. Ama DİNLEMİYORDUM.
Dinlemenin nasıl önemli olduğunu öğrenmeye başladığımda çözümlenmeye başladı çoğu düğüm.
Önce kendimi dinlemeyi öğrendim.
Beynimde, yüreğimde dörtnala koşan her şeyin karşısına geçip, ‘Durun’ dedim ve durdular. ‘Şimdi sırayla, bir bir anlatın bakalım ne istiyorsunuz siz benden. Bu telaşınız ne? Ben bu ruhu bu bedende taşıyorsam ve sizler benseniz, sizi ben var ettiysem, öyle ya da böyle beslediysem bilerek ya da bilmeyerek bugüne kadar, şimdi sakin olup, yok etmeden, telaşa kapılmadan anlatın neden nasıl var oldunuz ve ne işiniz var bende?’ Hepsi durdu. Sustular. Onlar koşmaya, telaşa, karmaşaya, ondan bundan duydukları gördükleriyle büyüyüp beslenmeye öylesine alışmışlardı ki konuşun, anlatın dediğimde sustular.
İşte onlar sustuğunda ‘ben’ var olmaya başladım.
Çevrende ya da hayatında kimin ne dediği sen kabul ettikçe, değerli önemli. Birilerini suçlayıp, kurban olmayı seçenlerdensen yorum yapamam, doğru gelmez bana ama eleştirmemde.
Yıllardır etrafımdaki insanlar öfkeli, sinirli, hırçın biri olup yüreğimi kirletmemi bekliyor. Amacı bu olanlar bile var inan. ‘Bir gün senin de o her şeye gülerek bakan yüreğin sertleşecek, seninle o zaman konuşacağız.’ Deyip bekliyorlar.
Bense yüreğini, gülüşünü, bakışını bir kez kirletirse insan devamının gelebileceğini ve buna izin vermeyeceğimi söylüyorum. Ya sevgi ile beslenir insan ya da korku ile. Ben sevgi ile beslenmeyi seçenlerdenim. Peki ya sen? Sen hangisi ile besleniyorsun.