Yazar Ahmet Şahin 08.09.2015 tarihli bir yazısında ırkçılıkla ilgili peygamberimizin bir hadisini paylaşmaktadır. Biz de bu hadisi okuduktan sonra başlıkla ilgili yorumlarımıza geçelim.

“Medine'de Kays bin Mutata adında bir ırkçı Arap, Evs ile Hazrec kabilelerine mensup Arapların farklı ırktan insanlarla oturup sohbet ettiklerini görünce öfkelenerek der ki:

-“Evs ile Hazrec Peygamber'e hizmet eden Araplardandır. Ama şu Habeşli Bilal, şu Rum memleketinden gelme Suheyp, şu da Farslı Selman! Bunlar Arap değiller ki? Nasıl oluyor da Arap olmayan bu aşağı ırktan insanlar üstün ırk olan Araplarla eşit şekilde oturup sohbete kabul edilebiliyorlar? Bunlar bu eşitliği nereden kazandılar?”

Bu beklenmedik çıkış üzerine oturduğu topluluğun arasından kalkarak Kays bin Mutata'ın yakasına yapışan büyük sahabi Muaz bin Cebel:

-Seni Resulullah'ın huzuruna götüreceğim, bu söylediklerinin İslam'daki yerini soracağım. İslam'da böyle bir ırkı yüceltip ötekini aşağılamak var mı göreceğiz, diyerek ırkçı adamı alıp doğruca Peygamberimiz'in (sas) mescidine götürür ve bulduğu ilk fırsatta da hemen sorusunu şöyle sorar:

-Ya Resulallah! Bu ırkçı Kays için ne buyurursunuz? Biz Araplar oturmuş Arap olmayan kardeşlerimizle sohbet ediyorduk. Gelip aramıza ırkçılık fitnesi soktu. Arapların üstün ırk olduğunu ileri sürdü. İranlı Selman'ı, Rum'dan gelen Suheyb'i, Habeşistan asıllı Bilal'i, aşağı ırktan kabul ederek Araplarla eşit şekilde sohbete layık olmadıklarını iddia etti? Gerçekten de öteki ırklar aşağı, Araplar üstün ırk mı? Bizimle eşit şekilde oturup da sohbet edemezler mi bu kardeşlerimiz?

Bu şikayeti dinleyen Resulullah'ın (sas) derin şekilde üzüldüğü görüldü. Hemen kalkıp mühim gördüğü konularda konuşma yaptığı minberine çıkarak İslam'ın ırkçılık konusundaki ölçüsünü anlatan önemli bir konuşma yaptı. Şöyle kesin uyarıda bulunuyordu ırklar arasında ayırım yapan insanlara:

-Ey insanlar! Sizin Rabb'iniz birdir! Babanız, ananız da birdir! Araplık ne babanızda vardır, ne de ananızda. O sadece sizin verdiğiniz isimden ibaret bir tanıtım ifadesidir. Arap'ın Arap olmayanlardan üstünlüğü yoktur. Üstünlük, Allah'a iman ve itaattedir. Allah'a iman ve itaat edenler hep birlikte üstündürler. Bunu herkes böyle bilmeli, aranıza ırk üstünlüğüne dayalı ayrımcılık fitnesi sokmamalısınız!

Garip tir ki, bu konuşmayı dinleyenlerin hemen hepsi de Arap'tılar. Hiçbiri, Arap'ın öteki ırklardan üstün olması gerektiği düşüncesini taşımıyorlardı. Fazla olarak Arap'ın üstün olduğunu ileri süren adamın yakasına yapışarak oraya getiren Muaz bin Cebel de Arap'tı. Şayet bir ırkın ötekinden üstün olması gerekseydi gerçekten de Arap'ın üstün ırk olması gerekirdi. Çünkü Kur'an Arapça dille inmişti. Resulüllah (sas) de, Arap'ın içinden çıkmıştı. Fakat bunlara rağmen Arap yine de eşit ırktı, üstünlüğe sahip değildi. Üstünlük ancak İslam'a bağlılıkla kazanılmaktaydı.

Bu durumda ne yapacağını bilemeyen Muaz bin Cebel sorma gereği duydu:

-Ya Resulallah, öyle ise ne yapayım aramıza ırkçılık fitnesi sokmak isteyen bu adama?

Efendimiz bu soruya, pek kullanmadığı ağır bir uyarı cümlesiyle cevap verdi. Ne dedi biliyor musunuz ırkçı adam için?

-Da'hü ilennar! Bırak o ırkçı adamı, cehenneme kadar yolu var!

Gerçekten de Medine'de serbest bırakılan ırkçı adamın yolu Şam'daki Hıristiyanların içine kadar gider, bir daha da geri dönemediği anlaşılır.”

                Irkçı, İnsan ırklarının renk ve fiziki şekil esas alınarak birbirlerinden üstünlüğünü temel alan Irkçılık felsefesini benimsemiş kişilere verilen addır. Irkçı insanların göstermiş olduğu bu tutuma ise "ırkçılık" adı verilmektedir. Irkçılık genel olarak çeşitli insan ırkları arasındaki biyolojik farklılıkların kültürel veya bireysel meseleleri de tayin etmesi gerektiğine ve doğal sebeplerle bir ırkın (çoğunlukla kendi ırkının) diğerlerinden üstün olduğuna ve diğerlerine hükmetmeye hakkı olduğuna duyulan inanç veya bu değerleri kabul eden doktrindir

                                                         

Milliyetçilik, ulusçuluk, ulusalcılık ya da nasyonalizm, kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür.

Allah c.c ırkları, milletleri, kabileleri, klanları, aşiretleri, dilleri farklı farklı yaratması, bu farklılıklardaki insanların biraya gelerek görüşsünler, tanışsınlar birbirlerini anlamaya çalışsınlar ve bilmediğimiz bir çok hikmete dayanmasındandır. Yukarıdaki ve bu doğrultuda bir çok hadisinde peygamberimizin ırkçılığı cahiliye adeti olarak gördüğü, İslam kardeşliğinin esas temel alınması gerektiği, ırkçılık ve sayılan kavramların üstünlük açısından dayatılmasının kardeşliği yok edeceğini, yaralayacağını ifade ederek yaşantısında da bunu göstermiştir.

Kölenin o zamanlar bir eşya sayıldığı tarihte Peygamberimiz köleler için “Giydiklerinizden giydiriniz, yediklerinizden yediriniz” demiştir. Hele de köle Müslüman olunca dün efendisi olanın tam bir kardeşi olmakta ve adeta baş üstünde gezdirilmektedirler.  Daha bir çok hadisle de köleliğin üzerine giden, adeta kalkması için çeşitli yollar gösteren peygamberimiz, Müslüman olmakla insanın şeref kazandığı, her insanın, insan yaratılmış olma haliyle herkesin eşit olduğu ve üstünlüğün takvada (Bütün günahlardan kendini korumak, dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek.) olduğunu ifade etmektedir.

1789 Fransız ihtilalinden sonra bu günkü anlamda gelişen millet ve milliyetçilik kavramları, ülkeden ülkeye farklı anlamlara da bürünebilmiş; kimilerince din birliğini taşıyan herkes, kimine göre coğrafi sınırlar içinde aynı tarih, kültürü ve birlikteliği savunan topluluk, kimine göre soy birliği ifade edile gelmiştir. Ülkemizde yer yer ümmet anlamını da içeren birinci anlam ve genel itibariyle de ikinci anlam kullanılmıştır.

Farklı bir sentez olarak Türk-İslam birliğini savunan görüş olarak hem soy, tarih, kültür birliği taşıyanlar, hem Türkiye coğrafyasındaki herkes, hem de tüm Müslümanlar aynı çatı altında kavramlaştırılmıştır. Bu kavramın din merkezli olması ve bizim kültürümüzün omurgasını da İslam dini belirlemesi nedeniyle, milliyetçilik kavramının milleti tamamlayan her türlü etnik, kabile, aşiret, farklı soy ve dinde olsa birlikteliği savunabilmesi bu anlamdaki sentezin daha hoşgörülü ve kapsayıcı olduğunu göstermektedir.

Tarihte görülmektedir ki, binlerce yıldır beraber yaşadığımız bu coğrafyada kavramın adı millet olmasa da, aynı devlette bir olma anlayışını Selçuklu ve Osmanlının çok iyi temsil etmesiyle etnik çatışmalar olmadan Cumhuriyete kadar gelinmişken 1925 ten itibaren Türk milleti kavramının Türkiye’lilikten ziyade ırkçılığa kayan bir çizgide yorumlanması etnik çatışmaları da beraberinde getirmiştir.