İngiltere dışişleri bakanlığının ‘bir üst düzey’ yetkilisi, yaklaşık bir ay kadar önce İsrail’in yılbaşına kadar İran’ın nükleer tesislerini vuracağını iddia etmişti. Daily Mail gazetesinin aktardığı bu haber, söz konusu ‘üst düzey yetkili’nin ciddi istihbarat sahibi biri olduğunu ima ediyordu.
İran’ın vurulabileceği yolundaki söz konusu iddianın hemen ardından İran’dan da ‘beni vurursanız, ben de sizi ya da müttefiklerinizi vururum’ anlamına gelen bir açıklama gelmişti. Ayrıca İran sadece açıklama yapmakla yetinmemiş, derhal silaha davranıp askeri tatbikata da girişmişti. Tam bu sırada Arap Birliği ve Türkiye Suriye’ye mali yaptırım kararı almış, uluslararası baskı artmış ve İran da Suriye’ye yapılan tüm baskıların aslında kendisine yönelik bir operasyon olduğunu ilan etmişti.
Suriye’ye artan baskı ile İran’ın direniş siyaseti, meselenin içine Rusya’nın girmesine de neden oldu. Suriye’de askeri üsleri bulunan, İran’ı da pek terk etmeye niyeti olmayan Rusya, bir yandan savaş gemilerini suya indirdi, öte yandan da NATO füze savunma kalkanına nazire niteliğindeki kendi füze sistemini kuracağını açıkladı.
AB’yi ikna
Söz konusu gerginlik ortamında ilk hedef, ekonomik krizle mücadele eden ve tarihinin en büyük grevlerinden birini yaşayan İngiltere oldu. Tahran’daki büyük elçiliğe yapılan saldırı sonrasında başbakan Cameron bu olayın ‘ciddi sonuçları’ olacağını açıkladı. Ciddi sonuç, muhtemel bir karşı hamle anlamına gelir; dolayısıyla iki ülke arasında köprülerin atıldığını ortaya koyar. Zaten de öyle oldu, diplomatik ilişkiler karşılıklı olarak kesildi.
İngiltere’nin de üyesi olduğu AB, ancak büyükelçilik saldırısı sonrasında toplanabildi ve İran konusunda ne yapacaklarını saptamaya çalıştı. Doğrusu Suriye yaptırımları konusunda bile somut yol haritası çıkaramayan AB’nin İran karşısında ne tür bir tutum alacağını öngörmek zor. Zira konu İran değil, onun ötesinde.
İran birçok AB ülkesi dururken kendisine İngiltere’yi hedef seçti; İngiltere de hedefe alınmak için epeyce uğraştı. Sonuçta İngiltere’ye yapılan saldırıyı mecburen sahiplenen AB de, İran karşısında pozisyon alırken aynı oranda Rusya karşısında da bir pozisyon almak zorunda kaldı.
Rusya’yı zorlama
Tarih İngiliz dış politikasının Rusya’yı çevreleme üzerine inşa edildiğini gösterir; bu çerçevede İran’ın da iki gücün mücadele alanlarından birisi olduğunu. Dolayısıyla İngiltere’nin İran’la değil daha çok Rusya ile sıkıntısı olduğu anlaşılıyor. İngiltere’nin Rusya sıkıntısı ise, muhtemelen bu ülkenin AB’nin bütünüyle değil içlerinden bazılarıyla mesela Almanya’yla ‘daha yakın’ ilişki içine girmiş olmasından kaynaklanıyor. Söz konusu yakın ilişkinin Almanya’ya ekonomik avantaj sağladığı, ayrıca stratejik olarak da ikinci tercih şansı verdiği söylenebilir.
İngiltere Tahran saldırısını AB masasına getirerek belki de Rusya ile ilişkileri germek istemeyen üyeleri bir tercihe zorluyordur. Rusya karşısında tavır alacak bir AB’nin de ABD merkezli bir ‘batı’ ittifakına razı olması gerekir. Diğer bir ifadeyle AB kendi başına bir güç olma hayalini erteler.
Gelişmeler bu yolda ilerlerse, Türkiye de tercih yapmak zorunda kalan ülkelerden biri olabilir. Suriye konusunda kendisini cepheye itenlere direnirse geçişler daha az maliyetli olur ve anlaşılan o ki tam da Türkiye bunu sağlamaya çalışıyor. Gayet tabi Türkiye’nin tercihlerini belirleyecek en temel değişken, Rusya’yı fazla kızdırmadan ‘batı’ içindeki yerini güvenceye alacak AB üyeliğidir. İngiltere’nin Türkiye’yi ‘öteki tarafa’ itmeye çalışanlara da müdahale ettiği ve tarihin bir tür tekrarında rol oynadığı söylenebilir.