Şunları yazdım:
- “Hükümet” ile “Cemaat” kavga etmez.
- “Hükümet” ile “Cemaat” birbirine mecburdur.
- “Hükümet” ile “Cemaat” ayrılamaz.
- “Hükümet” ile “Cemaat” etle tırnak gibi oldu.
İtirazlar geldi:
Yanılıyorsun, göreceksin kavga edecekler.
* * *
Gerçekten de yanıldım.
“Hükümet” ile “Cemaat” arasında kusursuz bir kapışma başladı.
Konu: MİT krizi idi...
Bir tür makaleler savaşı yaşanıyordu.İki tarafın kalemleri yalın kılıç saldırıyordu:
- Bir taraf MİT üzerinden Başbakan’a kadar uzanacak bir soruşturma atağına tam destek çıkıyordu.
- Bir taraf ise “Yeter! Siz de çok oldunuz ama... Konumunuzu bilin!” diye üst perdeden racon kesiyordu.
Gazetelerinde günlerce kıyasıya tartıştılar.
Dışarıdan bakanlar şaşkındı.
“Bunlar ileride kapışır” diyenler bile bu kadarını beklemiyordu.
Olan zavallı bana olmuştu.
Öngörülerim resmen çökmüştü.
* * *
Fakat o da ne?
Sanki kavgayı başlatan, kavgayı kızıştıran, kavgayı sürdüren kendileri değilmiş gibi iki taraftan da birdenbire “Bizi birbirimize düşürmek istiyorlar” yakınması yükselmesin mi?
O andan itibaren “fitne” adlı sihirli sözcük devreye girdi.
Başladılar...
- “Fitnecilere izin vermeyelim” demeye...
- “Fitneye yenik düşmeyelim” demeye...
- “Fitne kardeşlik hukukumuzu bozmasın” demeye...
Düşmanı daha fazla sevindirmemek adına silahlarını gömdüler. Tüm suçu da “Ergenekon”a, “Balyoz”a, “İsmet Paşa”ya, “CHP”ye, “Bedri Baykam”a, darbecilere falan yüklediler.
* * *
Ama tam ve kesin “sulh” bir türlü sağlanamıyordu.
- Aziz Yıldırım olayı gündeme geliyor: Kapışma yeniden başlıyordu.
- İlker Başbuğ’un yargılanması gündeme geliyor: Kavga yeniden başlıyordu.
Sonra?
Sonra yine aynı noktaya geliniyordu:
“Bizi birbirimize düşürmek istiyorlar.”
Ardından da yine sulh...
* * *
Son kavgayı biliyorsunuz:
Özel Yetkili Mahkemeler...
Yine daldılar birbirlerine...
Başbakan Erdoğan çıktı, “Cemaat karşıtları”nın bile kolay söyleyemeyeceği o tarihi cümleyi kurdu. Televizyon ekranında Ekrem Dumanlı’nın gözlerinin içine bakarak şöyle dedi:
“Devlet içinde devlet olmaz.”
Hadi yine kavga kıyamet...
* * *
Bu yeni kavga henüz hızından hiçbir şey kaybetmemişti ki...
Yani artık klasikleşen “Bizi birbirimize düşürmek istiyorlar” cümlesi söylenmemiş, “fitne” sözcüğüne vurgu yapılmamıştı ki...
Bu kez “sulh”, beklenmedik bir anda sağlanıverdi.
Başbakan Erdoğan, “Türkçe Olimpiyatları”nın kapanış törenine katıldı, Arena’dakiler Erdoğan’ı bağırlarına bastılar.
Gözyaşları sel olup aktı.
Erdoğan “Hocaefendi”ye “dön” çağrısı yaptı, bütün stat ayağa kalktı.
İnanılmaz bir manzaraydı ortaya çıkan:
“Cemaat” ile “Erdoğan” etle tırnak olmuştu.
Çimentosu gözyaşları olan bir kaynaşmaydı bu.
Koca statta “Cemaat/Hükümet kardeşliğinin ayini” yapılıyordu.
* * *
Bu yeni manzarayı gözümüzün içine sokup...
“Hani kavga var diyordunuz, ne oldu? Bu da size kapak olsun” diye mesaj atan “Hükümet” ve “Cemaat” kanadının taraftarlarına sesleniyorum:
- “Kavga yok” diyoruz bizi yalancı çıkarırcasına kavga ediyorsunuz.
- “Kavga var” diyoruz kavgayı bırakıp bize kızıyorsunuz.
- “Kavga büyümez” diyoruz hamle üstüne hamle yaparak olayı büyütüyorsunuz.
- “Kavga büyür” diyoruz “sizi gidi fitneciler sizi” diye bize çatıyorsunuz.
Vallaha ben çözemedim aranızdaki ilişkiyi...
Çözme konusunda da zerre kadar umudum kalmadı.
En son “Bu olay biz fanilerin anlayacağı türden bir olay değil” demeye bile başladım.
Haberi bırakıp gazeteyi tartışmak
HÜRRİYET gerçekten de çok başarılı bir röportaja imza attı.
Yayın Yönetmenimiz Enis Berberoğlu ve Ankara Temsilcimiz Metehan Demir, Kürtler açısından “sembolik değeri” hayli yüksek bir isim olan Leyla Zana’yı konuşturdular.
Ama ne konuşturma!
Leyla Zana sarsıcı açıklamalar yaptı.
Gündem oldu resmen.
Hükümet kanadından önemli açıklamalar geldi, muhalefet tartıştı, BDP tartışmaya katıldı.
Televizyonlar Zana’nın açıklamalarını yayınladılar.
Gazeteciler de gündeme aldılar konuyu... Kimi Leyla Zana’ya destek çıktı, kimi eleştirdi.
Sonuçta ortaya gazetecilik açısından temiz, tertemiz bir başarı çıktı.
Kimsenin kirletemeyeceği türden bir başarı...
* * *
Fakat bizim meslekte “kirletmeyi” şiar edinmiş tipler var. Özellikle de Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra “marjinalleşmek” gibi ölümcül bir kaderle baş başa kalmış tipler...
Bunlardan biri Leyla Zana’nın yaklaşımlarını değerlendirmeye alacağına, bunun üzerinden söz söyleyeceğine, bu önemli röportajı yayınlayarak gazetecilik başarısı gösteren gazeteyi değerlendirmeye almaya kalkmış.
Sadece “gazetecilik” motivasyonuyla yapılmış başarılı bir röportajı karalamaya kalkışmanın iki nedeni olabilir:
- Kötücüllük...
- Hasetlik...
İkisi de birbirinden fena...
Ne diyelim?
Allah kurtarsın.
Arena’dan notlar
- BENİM bildiğim “Cemaat”, mükemmel organizasyonu devasa kalabalığa her zaman yeğler. Fakat bu kez tercih değiştirmişler: Organizasyonun mükemmelliğini bir tarafa bırakıp kalabalığın devasa olmasına çalışmışlar.- Delilim ise şunlar: Kapılardaki yığılmalar, ellerinde bilet olduğu halde içeri giremeyenler, stadın kapasitesinin çok üstünde bilet satışı falan...
- “Arena” son günlerde bir yarışın mekanı oldu: Önce AK Parti İl Kongresi, ardından Madonna konseri ve en son “Türkçe Olimpiyatları”... Sanırım “Cemaat”, kalabalık açısından en görkemlisini sergilemek istedi. Ancak bu durum “Cemaat”in o dillere destan “organizasyon yeteneği”ni de bir hayli sarstı.
- Çok zor girdim içeri... Organizasyon komitesinden bir arkadaşın gerçekten fedakâr çabası olmasa giremeyecektim.
- Koca stadı baştan sona dolaştım. Göz göze geldiklerimle selamlaştım. Gözlemim şudur: Sıradan bir AK Parti mitingine katılan kalabalık ile Arena’yı dolduran kalabalık arasında hiçbir fark yok.
- Başbakan’ın bulunduğu protokol bölümü, benim bulunduğum bölümün hemen üst kısmındaydı. Başbakan’a gösterilen teveccühü somut olarak gördüm bulunduğum yerden. Yanımdaki arkadaşıma şöyle dedim: “Cemaat tabanının son kavgalardan falan haberi bile yok”.
- Gecenin sunuculuğunu yapan Kadir Çöpdemir, jargona acayip egemen olmuş. Tanımasak “40 yıllık cemaatçi” diyebiliriz kendisi için.
- Başbakan Erdoğan’ın Fethullah Gülen’e “dön” çağrısı yaptığı anda gözlerimi stattakilere çevirdim: Çoğu gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Bu arada bir not: Erdoğan konuşmasını baştan sonra hazırlanan metne sadık kalarak yaptı. Buradan anlıyoruz ki konuşmada geçen “Gülen’e dön çağrısı” bölümü, üzerinde çalışılmış, her kelimesi özenle seçilmiş bir bölümdü.
- Şarkılar arasında ben en çok “İkimiz bir fidanız” şarkısını beğendim. “Aziz İstanbul” şarkısı da fena değildi. Ahmet Kaya şarkısının kusursuz söylenmesi de etkiledi beni.
- Organizasyon komitesi Başbakan Erdoğan’a sürprizler de yapmıştı: Necip Fazıl’ın “İstanbul” şiirini, Erdoğan’ın sesinden yayınladılar mesela...
- Ben bu organizasyonu Türkçe Olimpiyatları’ndan ziyade “Türk okullarının tanıtım töreni” olarak görüyorum. Bu açıdan bakınca da “bundan daha iyi tanıtım olamaz” diyorum.
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)