Cemaat’in kendisini lanse ettiği gibi “bir kitle hareketi” olmadığını 30 Mart ve 10 Ağustos seçimleri açıkça ortaya koydu. Her iki seçimde de Cemaat’in “oy vermek günahtır” dediği AK Parti ciddi oy artışı sağladı.

Hatta Cemaat’in tabanda karşılığının olmaması bir yana, Türkiye kamuoyunun farklı siyasi görüşlere mensup “kitlesi” bu yapıyla yan yana görünülmesine bile tahammül edemediğini gösterdi. Cemaat’le saf tutan CHP ve MHP gibi partilerin son iki seçimde yaşadıkları tarihî hezimet bunun açık bir kanıtı.
İddiasının aksine, yalnızca "bir kadro hareketi” olan Cemaat örgütlü olduğu son kalesindeki gücünü muhafaza ederek, yıllardır müthiş piar faaliyetiyle dev aynasında resmettiği heyulasını sürdürmeye çabalıyor.

12 Ekim’de gerçekleşecek HSYK seçimlerinin sonucu halen “ortada.” Ancak sonuç ne olursa olsun, Cemaat’in üyelerine “vadettiklerinin” gerçekleşmeyeceği kesin!

Çünkü Cemaat’in, kolektif bir deliliğin pençesinde günbegün hırçınlaşan taraftarlarının yüreklerini soğutacak vaatlerinin muhatabı yalnızca “bir kesim” değil. Her sabah vudu büyüleriyle beddua ettikleri Cumhurbaşkanı ve bazı AK Parti kurmayları dışında, saadet zincirlerine biat etmeyen her özne ve demokrasinin bizzat kendisi de hedefte.

Dün Elif Çakır Star’daki köşesinde, Paralel Yapının 12 Ekim sonrası HSYK’da “yapacaklarının” teminatı olan bugüne değin “yaptıklarını” anlatmıştı. Bazı hakim ve savcıları “Rakı içmek, meyhaneye gitmek” gibi gerekçelerle “soruşturan” paralel yapının atış menziline girmek için Cemaatçi olmamak yeterli. Aleviyseniz, solcuysanız, Kürt’seniz, AK Parti’ye oy vermişseniz hatta Fethullah Gülen’den “Hocaefendi” diye bahsetmeyen bir saygısızsanız hiç sansınız yok!
Peki, Cemaat çevreleri HSYK seçimlerini kazanırsa ne olacak? Devlet içerisinde otonom hareket eden bu siyaset ve demokrasi dışı odağın, kuvvetler ayrılığının prensibinin bir ayağındaki egemenliği, sandık meşruiyeti var diye kabul mü edilecek? Sacayağındaki bir gücün halkın iradesini temsil eden yasamanın ve yürütmenin üzerine çıkmasına müsaade mi edilecek?

Türkiye adalet konusunda sorunları olsa da bir hukuk devleti. Yasamanın ve Yürütmenin her icraatı ve politikası yasal dayanağa sahip olmak zorunda.
Dolayısıyla bu kara senaryonun gerçekleşmesi hâlinde halkın tek ve meşru temsilcisi parlamento, egemenliği zayıf düşüren bu uru devletin bünyesinden atmak için yasal bir operasyon yapacaktır. Bu inisiyatif, onun halktan geçici bir süreliğine aldığı yetkinin başlıca diyetidir. Bu noktada, başta HDP olmak üzere muhalefetin aklı başındaki unsurlarının siyasi husumetlerini bir yana bırakıp varoluşlarına uygun hareket edeceklerine eminim.

Kuşkusuz tehlike, iş bu aşamaya varmadan da bertaraf edilebilir. Bursa Cumhuriyet Savcısı Özgür Katip Kaya gibi, siyasi görüşlerini bir kenara koyup, HSYK seçimlerindeki bağımsız adaylığından “vesayete yaramasın” diyerek vazgeçen yargı üyelerinin varlığı umudumuzu arttırıyor.
Ben siyasi görüşleri ne olursa olsun, yargının tüm demokrat unsurlarının 12 Ekim’de ve öncesinde bu hassasiyeti göstereceğine inanıyorum. Aklı başında kimse, hedef, icraatları ve politikaları, demokratik sistem içinde tolere edilebilir bir siyasi iradeyi zayıflatmak bile olsa varoluşuna aykırı davranmaz. Çünkü vesayetin bedeli her zaman yargının ve onun bileşenlerinin özgürlüğü, bağımsızlığı ve tarafsızlığıdır.

Ayrıca, dün ne yazık ki askerî vesayetin yargıdaki egemenliğine karşı oluşturulamayan bu ideal ittifak, şimdi bürokratik vesayete karşı hayata geçirilebilirse, yargının çoğulculaşması için ilkesel bir zemin de hazırlanmış olur.

(Türkiye'den)