Bütün bunlar tartışılmaktayken aslında ne oluyor biliyor musunuz?
Hepimiz zehirleniyoruz, hastalanıyoruz. Bu yüzden oyunun sonunu görecek kadar yaşayacak kişi sayısı çok az.
Bunu mecazi anlamda söylediğimi sanmayın, sözcüğün gerçek anlamıyla zehirleniyoruz.
Bakın yoğurtlarda da domuz jölesi vs. çıkmış. Sütler, etler, tavuklar, sebzeler, yağlar felaket durumda.
Yemek yiyeyim derken vücudumuza bir sürü kimyasal pislik, ilaç, hormon dolduruyoruz. Bunun sonucunda da kanser denilen korkunç illet; nezle, grip kadar yayılıyor, salgın hastalık hâlini alıyor.
Çünkü insan bedeni bunca pisliği temizleyecek genetik özelliklere sahip değil.
Geçen hafta Fethiye’de çok büyük ölçekte sebze-meyve işiyle uğraşan bir arkadaşla konuşuyordum. Tahmin edeceğiniz gibi hemen tarım ürünlerindeki ilaçlama, hormon vs. konularını sordum. Dehşet verici cevaplar aldım.
“Her şey zehirli abi” dedi.
- Her şey mi?
- Her şey!
- Peki sera ürünü yemesek, her şeyi mevsiminde alsak?
- O da fark etmiyor ki, dedi. “Ürünün köküne basıyorlar ilacı. İçine emiyor. Ne kadar yıkarsan yıka, soy; fayda etmiyor.”
- Peki sen ne yapıyorsun?
- Bazı üreticiler kendi aileleri için ilaçsız ürün ayırıyor bir köşeye. Onlardan bulmaya çalışıyorum.
Bu felaket sözlerin üstüne bir de ne duyayım istersiniz:
İngilizler Fethiye’de organik tarım başlatma çalışması içindeymiş. Kimin için biliyor musunuz? Bizim otellerde tatile gelen İngiliz vatandaşlarını korumak için. Sadece turistik otellere ürün vereceklermiş.
Duruma bakın.
İngiliz, tatile gelen vatandaşının bir hafta bile zehirli gıda yemesine razı olmuyor, biz ise toptan hastalanıyoruz.
Arkadaşa “Peki denetim yok mu?” diye sordum.
“Fethiye’de Tarım Bakanlığı’nın sadece kırk denetim memuru var” dedi. “Böylesine dev bir sektörde nereye yetişsinler?”
Ayrıca Tarım Bakanlığı, böyle bilgileri “ticari sır” kapsamına alıyor ve açıklamıyor. Bizim ürünleri geri gönderen ülkeleri ise “komplo yapmakla, Türk düşmanlığıyla” suçluyor.
Hatırlarsanız geçen yaz zeytinyağı konusunu ele almış ve uyarı yazıları yazmıştım. Sektörde kıyamet kopmuş, protestolar birbirini izlemişti.
Sonunda haklı olduğumuz ortaya çıktı.
Gazeteler durmadan “gıda terörü”nden söz ediyor. Eğer ortada terör varsa, terörist de var demektir.
Kimdir bu gıda teröristleri?
Üç kör kuruş uğruna koskoca bir ülkeyi zehirlemeye ne hakları var? Bu kişiler, bu firmalar niçin açıklanmaz?
Halk niye hesap sormaz da koyun gibi gidip bakkaldan çakkaldan zehir alıp çocuğuna yedirir.
O siyasetçi bunu dedi, öteki ona şöyle yüklendi diye oyalanıp dururken yakında hepimiz vatandaş değil, -Başbakan’ın deyimiyle- “hastadaş” olacağız.
Yazık, çok yazık!
(Vatan gazetesinden alınmıştır)