Geçtiğimiz hafta Kıbrıs Türk Mücadele tarihine iz bırakan kahramanlardan birini daha… Tremeşeli Mehmet Ali (İlkman)’yi de sonsuzluğa uğurladık. Gerek mecliste gerekse gerekse Ali Safa camiindeki namazından sonraki askeri törendende dava arkadaşları,askerler,devlet yetkilileri,vatandaşlar onu ve ailesini yalnız bırakmadı.
Onu kaybımızdan iki gün önce Burhan Nalbantoğlu hastahanesinde ziyaret etmiştim..Derin koma içinde uyuyordu…Kulağına yanaştım “Komutanım,komutanım..Ben Binbaşı Mesut “diye seslendim…İnanılmaz ama duydu başını bana çevirdi ve çelik yeşili gözleri ile bana baktı ..Gözlerini memnuniyetle “anladım “ der gibi kırptı.Onu son görüşümdü..Amahem benim hem de bu halkın kalbinde hep yaşayacak..
Araştırmacı-Yazar Arslan Mengüç onun inanılmaz yaşam öyküsünü ve mücadelesini “Ben Tremeşeli Mehmet Ali “adlı yeni kitabında anlatacak…İşte bu pazarın öyküsü de ona yazılan bir anı yazısı…Hem Kıbrıs Türk Basının hem de Kıbrıs Türk Mücadele Tarihinin en etkin kaleminden… Ahmet Tolgay’dan.Sevgili Tolgay, gazetesindeki köşesinde aslında daha uzun olan ve tarihe de notlar düşen bu güzel yazısını kısaltarak yayınladı…Bu haftanın Pazar öyküsünü de bu yazı oluşturdu..Sağ var ol Tolgay…Işıklar içinde uyu unutulmaz direnişçi Tremeşeli Mehmet Ali…
“Tremeşeli” namlı TMT’nin efsane isimlerinden Mehmet Ali İlkman’ın doğum yılı 1936… Akciğer kanserinden ölüm tarihi 26 Kasım 2012… İz bıraktığı dünyamıza veda yaşı 76… Bir sonsuzluğa uğurlamanın açıklaması sadece bu üç cümleye sığdırılabilir mi?.. Ya da kitapların dar geleceği bir yaşam serüveninin çerçevesi bir köşe yazısı olabilir mi?..
Halil Paşa’nın Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği’nin genel başkanlığını yürüttüğü uzun dönemde, aynı yönetim kurulunda birlikte olduğum Mehmet Ali İlkman, nam-ı diğer Tremeşeli, o münasebetle yakından tanıdığım tarih adamlarımızdan biridir… Tarihe tanıklık edebilmenin bir başka yolu da, tarih olmuş kişilerle yüzleşebilmektir… Ben onunla yüzleşebilme şansını yakaladım ve yakın tarihimize daha bir bilinçle bakabilme ayrıcalığını tattım… Tıpkı diğer tarih adamlarımızla her yüzleştiğimde olduğu gibi…
Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği Yönetim kurulunun en genç üyesiydim. Önlerinde saygıyla düğme iliklediğim efsane direnişçilerle önemli bir derneğin yönetim çatısı altında çalışmak bana tarifsiz onur veriyordu… Kıbrıs’ın yakın tarihini emsalsiz serüvenleriyle etkilemiş olan bu gün görmüş TMT ikonlarının benim şahsımda, kendilerinden sonra gelen kuşağın duygularını anlamaya çalıştıklarını sürekli duyumsardım… Ve ben, o duyguları onlara en sağlıklı ve en gerçekçi biçimde aktarmaya özen gösterirdim…
Bu karşılıklı anlayış sayesindedir ki, 14 kitabımın üç tanesi, onların verdiği motivasyonla bu en geniş tabanlı derneğimizin yayını olarak çıktı: “Şahinler Yılı”, “Çelik Güvercin” ve “Fırtına ve Şafak”tır bu kitaplar. İkinci baskıları yapıldığı halde hiçbirinin mevcudu kalmamıştır. “Şahinler Yılı”nda özetle irdelediğim şahin figürlerden biri de Mehmet Ali Tremeşeli’dir… Adıyla anıldığı Tremeşe, Erdemli köyünün eski adıdır…
Ününü hep duyduğum, toplumsal direnişe katkılarını hep dinlediğim Tremeşeli ile ilk yakınlaşmam Cumhuriyet Meclisi Başkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü’nü yürüttüğüm günlerdeydi. Yeni dönemlerin milletvekilleri sosyal güvencelerini ve emeklilik haklarını çok güzel düzenlerken, kendilerinden önce gerek Cemaat Meclisi’nde, gerekse ortaklık cumhuriyetinin Temsilciler Meclisi’nde yasama hizmeti vermiş ağabeylerinin durumunu ihmal etmişlerdi. Ahmet Mithat Berberoğlu’nun girişimiyle oluşturulan bir heyet bu hakların alınabilmesi için uzun süre mücadele etmiş, heyetin bazı üyeleri adeta Cumhuriyet Meclisi’ni mesken edinmişti. En sonunda başarıyla sonuçlanan bu girişimler sırasında sık sık odamda ağırladığım eski yasamacılardan biri de Cemaat Meclisi Üyesi Tremeşeli’ydi… Daha sonra çalıştığı Dışişleri Bakanlığı’nda mutsuz olan kızı Gülden’i Cumhuriyet Meclisi kadrosuna transfer edebilmek için gelip gitmişti bizim oralara. Zamanın Meclis Başkanı Hakkı Atun’dan anlayış görmüş ve Gülden’in Meclise aktarılmasını başarmıştı.
O günlerde başlayan ve Mücahitler Derneği Yönetim Kurulunda daha bir derinleşen sohbetlerimizde Tremeşeli’nin iki ukdesine tanık oldum. Birincisi en tarafsız biçimde anılarını yayımlayıp kendi döneminin kaçınılmaz mücadelesini yeni nesillere aktarmaktı. İkincisi ise Yassıada’da infaz edilen Demokrat Parti iktidarının Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun heykelinin Kıbrıs’a dikilmesini sağlamaktı. Kesin inancı oydu ki, Zorlu’nun verdiği destek olmasaydı TMT kurulamaz, Kıbrıs’ta Türk direnişi başarıya ulaşamaz ve Kıbrıs Türk halkı da silinip giderdi. Zorlu’nun heykelini diktirmeyi başaramadı. Zengin bir adam olsaydı bu işi mutlaka kendisi yapardı son kuruşuna dek ödeyerek...
Anılarını kaleme almam için çok ısrar etti. Kaç kez elinin altındaki yıpranmış klasörlerle yanıma geldi. Yazık ki, “ha bugün, ha yarın” diyerek o yoğun meşguliyetlerimin içinde bu fırsatı kaçırdım. Daha sonra anılarının bir kısmı birkaç gazetede yayımlandı… Derken Galeri Kültür’ün sahibi Remzi Halluma’nın 2007 baskı tarihli “Ayios Spiridon’un Çanları” adlı yarı belgesel romanının konusu oldu bu anılar. Ne ki, çok okunan bu kitap tatmin etmemişti onu. “Yaşadıklarım istediğim gibi yansıtılmadı” der, ben de onu “abi bu bir belgesel değil, yaşamının dramatize edildiği bir roman. Öyle kabul et bunu” diye yatıştırmaya çalışırdım.
Türklere Rum saldırılarının başlatılması üzerine TMT’den önce örgütlenip kendi bölgesinde direnişi başlatan ve TMT kurulur kurulmaz da ilk üyeler arasında “Y-1” koduyla ant içen Tremeşeli’nin var oluş mücadelemizde çok özgün bir yeri vardır. Rıza Vuruşkan ve Kenan Coygun komutanların bu yakın ve güvenilir silah arkadaşı, o özgünlüğünü TMT çatısı altında da, ulusal direniş boyunca sürdürdü. Onun özel birliğinin, tıpkı Kuvay-i Milliye’nin ilk dönemlerinde Çerkez Ethem’in yönettiği dinamik ve çevik seyyare birliğini çağrıştıran özelliği vardı. Kendisi gibi gözüpek direnişçilerden oluşturduğu seyyar birlik, nerede sıkıntı varsa, canlar avuçta oraya koşardı. Nasıl ki nizami orduların olağanüstü eğitilmiş seçkin savaşçı birlikleri vardır, TMT’nin de özel Tremeşeli birliği vardı… Seçkin muharipler için bu birlikte görev almak bir ayrıcalıktı…
1964’ün ilk aylarında adanın her yanında kan gövdeyi götürürken, Tremeşeli komutasındaki o çılgın birliğin alabildiği kadar silah yüklenerek ve Lefkoşa’daki kuşatmayı yararak Mesarya’nın ortalarına gitmesi ve oradaki direnişi örgütlemesi, orada güçlü bir Türk kantonunu oluşturması dilden dile dolaşan bir kahramanlık öyküsüdür. Onun bir efsane direnişçi olarak halkına verdiği güven ve cesaretin en güzel göstergesi “Dağlar Mehmet Ali çağıracak” söyleminin Kıbrıs Türk direniş tarihine geçmesidir. Neydi bu söylemin anlamı?.. Rum çetelerinin saldırılarına karşı Tremeşeli birliği harekete geçtiğinde, halk ona duyduğu güvenle “dağlar şimdi Mehmet Ali çağıracak” söylemini dilden dile, gönülden gönüle dolaştırırdı…
“Acaba o ana baba günlerinde yapmak zorunda kaldıklarımız içinde hatalarımız da oldu mu?” sorusunu birkaç kez seslendirdiğine ve hatta trafik kazasında yitirdiği büyük kızı Gülden’in cenaze töreninde kendisine taziyelerini sunmak için sarılan lider Rauf Denktaş’a “ah Rauf bey, yukarıdaki gonnara yemez, değil mi?” dediğine tanık oldum.
Rumlar arasında da ünlenen bir Türk direnişçiydi. Bir ara İkinci Selim Caddesi’nde açtığı halı dükkânına, sırf onu yakından görebilmek için Rumların geldiğine ve bir zamanlar dağların çağırdığı Mehmet Ali’nin elini saygıyla sıktıklarına tanık oldum.
En son 11 Ekim 2012’de, çok sevdiği TMT komutanı Kenan Coygun’un ölüm yıldönümü etkinliğinde, sayıları gittikçe azalan silah arkadaşları arasına tekerlekli sandalyesiyle katıldı. Ağır hasta Tremeşeli’nin aslında o gün dostlarına veda ettiğini anlamak için güçlü bir sezgiye gereksinim yoktu. Acı gerçek gözler önündeydi. Sinsice bedeninde yayılan Parkinson’dan sonra, bir de kanser tarafından vurulmuştu. Şimdi bu yazılanlar nedir ki?.. TMT’nin çok ayrıntılı tarihi araştırıldıkça onun hakkında daha nice şeyler yazılacak. Işıklar içinde yatmasını dilerim…
(Star Kıbrıs gazeteinden alınmıştır)