Bu haftanın öyküsü internetten geldi…Başlığı okuyunca yıllar önce ünlü tiyatro oyuncusu Gülriz Sururi ‘den dinlediğim bir yaş tanımı geldi aklıma…Yaşı kendine dert etmeyen ve her yıl kendini yenileyebilen bir yapıya da sahip olan ünlü oyuncu kadınların yaşları üzerine şu değerlendirmeyi yapmıştı.. Bir kadının üç yaşı vardır. Nüfus cüzdanındaki yaş-yani biyolojik yaşı-,göründüğü yaş, hissettiği yaş. ”Tabii en önemlisi hissedilen yaş bence…Çook genç olmasına rağmen kendini çook ama çook yaşlı hissedenler hiç de az değil aramızda…Yazı biyolojik saatin ilerlemesi üzerine idi. Bir kısmını yakından tanıdığım özellikle iş hayatında başarılı olan bazı arkadaşlarım ,yakınlarım var aşağıdaki tanımlara uyan …Yazıyı kaleme alan 40-45 yaş dilimindeki “yalnız “kadınlara seslenmiş…Bence ayırım yapmadan yaklaşmak lazım bu olguya…
“İlişkilerde bağımlılık maalesef en çok görülen sorunlardan. Özellikle bayanların içine çokça düşebildiği bir tuzak. Doğru olmadığını, düşledikleri noktaya asla gelmeyeceğini bildikleri bir ilişkiden vazgeçememe durumunun yarattığı gurur kırıklığı, kendine güvensizlik çok yaralayıcı ve bugüne olduğu kadar gelecekte de olumsuz izler bırakan bir süreç başlatabiliyor.
Bağımlı ilişkiler kuran bireyler, her ne kadar mutsuz da olsalar ilişkilerinden vazgeçemiyorlar çünkü yaptıkları en büyük yanlış hayatlarının merkezine kendilerini değil ilişkilerini koymak. İlişkiden vazgeçtikleri noktada hayatlarının bomboş kalacağı korkusu, yerini asla dolduramayacakları yanılgısı da maalesef hatayı devam ettirmelerine sebebiyet verebiliyor.
İlişkilerine ya da ilişki yaşadıkları partnerlerine karşı bağımlılık geliştiren bireylerin çoğu kadın. Bunun, kız çocuklarının “ayıp”, “yasak” sınırları ile büyütülmelerinden, ebeveynlerinin kötü giden ilişkisinde sürekli ağlayan ve ezilen anneyi rol model almalarından tutun da, özgüven eksikliğine ya da toplumumuzun yakıştırdığı “evde kalmış” yaftasının ağırlığına kadar bir çok sebebi var.
Ancak en etken sebeplerden biri de Biyolojik Saat.
Genellikle 40-45 yaş aralığında, hiç evlenmemiş bayanların birçoğunda hissedebilirsiniz bu panik havasını. Yaş ilerleyip de çocuk doğurabilmek için kalan zaman kısaldıkça, doğaya, kadere isyan etmenin bir faydası olmadığı ortaya çıkar. Biyolojik saatimiz ilerledikçe içten gelen panik havası mantığı da engellemeye başlar.
Hayata geç kalmışlık hissinin ağır bastığı bu dönem bağımlı ilişkiler geliştirmeye yatkın ruhlar için en kritik dönemdir. Kendisini mutsuz eden bir ilişkinin içinde , canı acıya acıya çabalayan bir çok kişi tanımışsınızdır mutlaka.” Ne yapayım 40 yaşına geldim, bu saatten sonra yeni birini bulmak çok zor. Ben evlenmek ve çocuk doğurmak istiyorum. En azından bu ilişkimi oldurmaya çalışayım” ya da “Her insanın kötü yönleri var zaten kimse mükemmel değil.” Mutlaka duymuşsunuzdur bu ve benzeri açıklamaları.
Biyolojik saatin ilerlemesini sebep olarak görmek isterseniz bu mazeretlerin hepsi geçerli gibi gelir kulağa. Ancak bu duruma “sonuç” olarak bakarsanız, bu durumun kişinin kendini yeterince tanımaması ve sınırlarını net çizememesinden kaynaklandığını görebilirsiniz. Sevilme ve yuva kurma ihtiyacının ardından kişinin kendisini yeterince sevmemesinin ve geçmişte de sağlıklı ilişkiler kuramamış olmasının yarattığı travma yatar. Kendini ait hissedemediği bir aile yapısının eksikliği uzun vadede bir tuzak hazırlamıştır.
Sevgi öncelikle kendimizi sevmek ve kendimize saygı hissetmekle başlar.
Filmlerde izlediğimiz sahneler mümkün olsaydı ve düşünün ki çocuk haliniz karşınızda olsaydı. Nasıl davranmak isterdiniz karşınızdaki o küçük çocuğa? Ona sarılmak, sevmek ve onu korumak isterdiniz öyle değil mi?
O küçük çocuk hala sizsiniz. Büyüdünüz, fiziğiniz değişti ama o çocuk hala içinizde ve hala sevilmeye, korunmaya ihtiyacınız var. Ve o çocuğu sevmekle, korumakla yükümlü tek kişi sizsiniz.
Kendinizi sevmekten asla vazgeçmeyin.
Sevgiler”
Sevgili Belediye Başkanımız,
Kıymetli Sümer aygın,
Uzun yıllardan beri Akdeniz’in en güzel yerleşim yerlerinden biri olan Girne’de oturuyorum..
Belediye hizmetlerinizden de oturduğum 45 daireli blok memnundur.
Bir aksilik olduğunda da haber verildiğinde hemen gideriliyor.
En son sokakta yaşayan hayvanlarımız için yemlik ve su kaplarını da yerleştirdiniz..Sağ var olun..
Zaten bir beldenin sokak hayvanlarına bakın… Onlar sağlıklı ve mutlu ise ..O beldede yaşayan insanlar da mutludurlar.
Eksikliler yok mu var..Ama iyi niyet,birlik beraberlik ve halkın desteği her güçlüğü yener..
Güzel hizmetleriniz devam etsin…
BENİM ÖNERİM BİR DURAK/KÜTÜPHANE
Bu fotoğrafı internetten bir arkadaşım gönderdi. Bir kitapsever olarak ta çok imrendim. Bir turizm başkenti, üniversite beldesi, güzel insanların yaşadığı, güzel Girne’mize bu hizmetin de çok yakışacağını düşünüyorum.
Girne girişindeki dönel kavşakta, özellikle üniversiteli öğrencilerin de sıklıkla kullandığı durağa küçük bir tadilatla su geçirmeyecek ön kapakları cam bir dolap monte edilebilir.
Durakta bekleyenler bu kitapları, yayınları alır, okur, tekrar bırakırlar veya yanlarında götürürler ..olsun…Bence güzel bir hizmet ,güzel bir örnek olur…
Şimdi itiraz seslerini duyar gibiyim.”Ya, daha ilk günden o kitaplar ,dergiler ,gazeteler yerlere saçılır, yırtılır, yok olur, gider….”Hepsi olabilir..
Ama karaya vurmuş bir denizyıldızını tekrar yaşaması için denize geri atmanın ne zararı var?
Gelin bu “durak/kütüphane”yi hayata geçirin. Birçok “ilk” e imza attığınız gibi buna da bir “imza atın”.
Bizler okuduğumuz ,kitapları, dergileri, o günkü gazeteleri bırakalım ..İsteyenler o bekleme periyodlarında okusunlar, faydalansınlar…
KÜTÜPHANEYİ KİTAPLA DOLDURAN İLK KİŞİ BEN OLACAĞIM.
SONRA ARKASI GELİR…
HADİ SEVGİLİ BAŞKANIM…
BİR DENEYELİM…”
Saygı ve sevgilerimle..