Türk Silahlı Kuvvetlerinde, askeri okul ve Harp Okulu okuyarak, ordunun çeşitli kademelerinde görev yapan profesyonel askerler için(subay, astsubay)sınıf arkadaşlığı, mesai arkadaşlığı, görev arkadaşlığı, iş arkadaşlığı kavramı yoktur. Silah arkadaşlığı vardır. Silah arkadaşlarınızdan birisinin eksilmesi demek, cephede bir yer eksildi demektir. Ateş yelpazeniz daraldı demektir, atış menziliniz kısaldı demektir.’’ Ordu, askerlik yan gelip yatma yeri değildir’’ dese de bazıları, orduda kimse yan gelip yatmaz. Kendi çocuklarının ameliyatını, kendi babasının vefatını, cenazesini ihmal edersin belki, ama sırtına yüklenen erlerin sorumluğunu ihmal etme lüksün yoktur. Kendi çocuğunun dişleri çürük mü bilemezsin bazen, ama her askerinin dişinin çürüğünden de sorumlusundur, topların ve tüfeklerin atıyor mu, atmıyor mu, mermiler rutubetten nemlendi mi yoksa hala sağlam mı, geminin karinası sakallandı mı, yosun mu tuttu, bunlardan da sorumlusundur. Askerlikte ‘’Siyaset çözüm sanatıdır, koalisyon yaparız, erken seçime gideriz!’’ gibi martavallara sığınma hakkın yoktur. Bir görev vardır omuzlarına yüklenen. O görevi ya yaparsın veya yine yaparsın. Ölümün pahasına yaparsın. İşte biz Harp Okulundan mezun olduğumuz gün ellerimizi silahlara koyduk ve yemin ettik. Atatürk ilkelerini koruyacağımıza dair yemin ettik, amirlerimize itaat edeceğimize dair yemin ettik, vatanın birliğini, milletin istiklalini koruyacağımıza, kollayacağımıza dair yemin ettik. Bu yüzden emekli olan veya yarbay, albay rütbesine ulaşan her subay mideden, akciğerden, karaciğerden, şuradan veya buradan darbeyi mutlaka alır. Bedenine, ruhuna, kalbine, psikolojisine, kimyasına darbe almadan ordudan ayrılan subay yoktur, olamaz. Bazı sınıf arkadaşlarımız daha da büyük darbeler alırlar. İhanetle suçlanırlar. Ajanlıkla, çete kurmakla, terörist olmakla suçlanırlar. Uyuşturucu satmakla, fuhuş mafyası kurmakla suçlanırlar. Uyduruk delillerle, imal edilmiş belgelerle ve yalancı şahitlerle hapishanelere atılırlar, hapishanelerde çürütülürler. Gelin olan kızları gelinlikleri ile düğün günleri bu hapishanelerde babasının ellerini öpmeye gelirler.
Ben hiçbir sınıf arkadaşımı hiçbir hapishaneye ziyarete gitmedim. Çünkü bizler aslanlar gibi yaşadık. Arslan arkadaşlarımı kafeslerin içinde görmeye asla tahammülüm olamazdı. O kafeslere ben ziyaret için değil, sadece ve sadece kafesleri parçalamak için gidebilirdim ama kafesleri parçalamaya ve kendilerini aslan terbiyecisi sananların kulaklarına yapışıp onlara bir kafa çakıp, sille tokat ve yumrukla yerlere sermeye gücüm yoktu. Bu gücü kendimde hissetseydim eğer, kesinlikle ve sadece bunu yapmak için silah arkadaşlarımın çürümeye terk edildiği her hapishaneye giderdim ve bu dediğimi yapardım.
Sonra bütün aslan silah arkadaşlarımı kafeslerinden bıraktılar. Belki de yeterince terbiye ettiklerini sandılar. Belki de benim gibi düşünen ama güçleri, kuvvetleri halen yerinde olan dışarıdaki aslanlardan ürktüler.
Her silah arkadaşımın vefatı, şehit olması, acı kaybı, kalbime sıkılmış bir kurşun daha gibidir ve ruhuma saplanmış bir kılıç darbesi daha gibidir.
Cem Aziz Çakmak! Senin amiralliğin bir kenara, gerçekten iyi bir dosttun. Cephede, birlikte bütün dünyaya kafa tutulacak bir silah arkadaşıydın!
Güle güle dostum! Bu pis, bu namert, bu kalleş, bu sahtekar dünyadan kurtuldun! Namusun sadece iki bacak arasında sanıldığı bu rezil aleme dün kondun, bugün göçtün! Bizim de fazla zamanımız kalmadı! Biz de yolun sonuna geldik belki! Ama Atatürk ilkelerine sevdalı yaşadık! Cumhuriyeti sadece bir reklam arası görenlere, milletimizin ilelebet hür yaşayacağını herkese haykırdık!
Ailen, eşin, kızın, damadın, torunun hiç üzülmesinler! Üzülürlerse eğer, kumpası, ihaneti, dalavereyi, pisliği; sanat, meslek haline getirenler sevinirler.
Allah Onları ıslah etsin! Güle güle kardeşim! Güle güle Cem , güle güle Aziz