Geçen hafta, ömrünün bir bölümünü Amerika’da geçirmiş Tosun Bekir Bayraktaroğlu’ndan bahsetmiştik. ‘Gönül Çereğanı Uyandırmak’ kitabından örnekler vermiştik. Ve son paragrafda ise şöyle demiştik: “Azınlık olarak yaşamaya devam edeceğimiz Avrupa’da,
’ nasıl bir insan modeli oluşturalım’ sorusuna cevaplar var Gönül Çerağını Uyandırmak kitabında. Güzel ahlak, iyilik, fazilet, merhamet, paylaşma, kibarlık. Kısacası ‘gönül aynasını parlatmak’ olacak o özlenen insan modelinde”.
Bugün de, ‘Avrupa’da, nasıl bir insan modeli geliştirelim?’ sorusuna bir başka eserden cevap verelim istedik. İşin cilvesine bakın ki, geçen hafta sorumuza cevap Amerika’dan gelmişti. Bu hafta ise cevap Almanya’dan, Mannheim’den geliyor.
İFİZ&İZ Yayınları arasında yer alan GÖNÜL YAZILARI kitabından.
Eser, bir anlamda Avrupa’da ‘nasıl bir insan modeli’ sorumuza da cevaplar veriyor.
Bir kaç gün önce, değerli dostum ve kültür faaliyetleri organizatörü Tarık Bayram Gölezlioğlu vesilesiyle, şahsıma, Ahmet Suat Arı ve Veli Tongel adına postadan üç kitap ulaştı. Zarfı açtım. Mükemmel bir baskı ile yayınlanmış bir kitap: ‘GÖNÜL YAZILARI, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler Işığında Tasavvuf ve Güzel Ahlak’.
Kitabı elime alınca adet olduğu üzere kokladım. Çevirdim. Arka kapağı gördüm. Şu cümleler yazıyordu: “Misyonunu güzel ahlakı tamamlamak şeklinde açıklayan ve mizanda güzel ahlaktan daha ağır bir şeyin olamayacağını haber veren Efendimiz’in (a.s.) ifadesiyle imanları en kamil ve en hayırlı olan mü’minler ahlakları en iyi olanlardır...”.
Kitap, genç akademisyen ve ilim adamı Prof. Dr. Hüseyin İlker Çınar beyefendi tarafından yazılmış. Yazarın biyografisi, içindekiler ve giriş bölümünü hızlıca okudum.
Çınar, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olmuş. Bir müddet Şam’da araştırmalar yapan Çınar, Munih Maximilyan Üniversitesi’nde dil eğitimi almış, sonra Heidelberg Üniversitesi’nden mezun olmuş. Frankfurt Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi’nde İslam Hukuku ve İslam Tarihi dersleri veren Çınar, Osnabrück Üniversitesi İslam İlahiyat Enstitüsü’nde Tefsir Anabilim Kürsüsü Başkanlığını yürütmekte. Prof. Çınar öğencileriyle birlikte Almanya’nın Mannheim şehrinde Avrupa Müslümanları Kültürevi KUDEM’i kurmuş. Külliye olarak tasarlanan KUDEM bünyesinde, 100.000 eserlik bir kütüphane açılmış.
Esere geri dönersek. İslam Ahlak ve Fazileti, Edep, Muhabbet, Marifet, İhlas üzerine kurulan eser günümüz insanına gönülden sesleniyor. Kur’an-ı Kerim, Hadisler, Kültür ve Medeniyet tecrübemiz, klasik ve modern ilimlerden de hareketle okuyucuya yeni bir ontoloji öneriyor. Hayatı ve varoluşu anlamlandırmayı salık veriyor. Kendine yabancılaşan, özden uzaklaşan ve savrulan Oğuz’un çocuklarına yeniden güzel ahlak, edep, irfan, hikmet ve ihsan’ı teklif ediyor. Yüzeysellik ve sathilik yerine derunilik ve güzel ahlakı, gösteriş ve hurafe yerine öze dönüş ve iç dünyaya yolculuk yapmayı tavsiye ediyor. Tefekkür’e çağırıyor.
Sadece yirmidört sayfalık giriş bölümündeki dipnotları bile okumanız, sizi bin yıllık kültür ve medeniyet tarihimizle yüzleştiriyor. Alemlere Nizam Vermeyi kendine gaye edinen, Medeniyet tasavvurumuzun mimarlarının isimleri ve eserlerini görüyorsunuz. Efendimizden başlayarak, Türk Tasavvuf tarihini oluşturan ve bin yıllık bir geleneği oluşturan isimlerin bazıları şöyle: Veysel Kareni, Yusuf el-Hemedani, İbrahim b. Edhem, Ebu’l-Hasan el-Harakani, Bayezd-i Bistami, Cafer es-Sadık, Hoca Ahmed Yesevi, Bahaeddin Şah-ı Nakşibend, Feridüddin Attar, Cüneyd-i Bağdadi, Muhyiddin İbn-ül Arabi, İmam Gazzali, Abdulkadir Geylani, Ahmed er-Rifa’i, Sühreverdi, Sadreddin Konevi, Hacı Bektaş-i Veli, Mevlana Celaddein Rumi, Yunus Emre, Ibn Haldun, Imam Rabbani, Aziz Mahmud Hüdayi, v.d.
Aynı dipnotlarda, İslam düşünürlerinin fikirleri ve eserleri, günümüzde yayınlayan yerli ve yabancı ilim insanları da yer almışlar.
İşte, tanıdık bazı isimler: Mustafa Tatcı, Musa Yıldız, Şefik Can, Abdulkadir Sezgin, Erol Kılınç, Sadık Yalsızuçanlar, Hayati Bice, Süleyman Uludağ, Ahmet Yüksel Özemre, Abdulbaki Gölpınarlı, Mahir İz, M. Es’ad Coşan, Necdet Tosun, v.d.
Ve Hoca Ahmed Yesevi...
KUDEM, bana göre Mannheim’de açılan bir Yesevi Sofrası’dır. Bu Sofra, yüzyıllar önce Buhara’da Yusuf Hemedani tarafından tutulmuştur. Hâce Ahmet Yesevi ve Abduhalik-ı Gücduvani ile devam etmiştir. Ve Sofra Türkistan, Maveraünnehir, Horasan ve Harezm’e açılmıştır. Sonrası malum, o müberek sofra Orta Asya’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Balkanlara uzanan bir kulvarda tutulmuştur.
Şimdi, sofra tutma, açma, kurma sırası Avrupa’daki Türklerdedir. Son on gününe girdiğimiz şu mübarek Ramazan ayı başta olmak üzere, yıl boyu sofralar kurulmalı. Sofra, salt yemek olarak algılanmamalı. Sofra tutmak; miskin olana yani seferini durduran kişiye sefere devam etmesi gerektiğini hatırlatmaktır. Sofra tutma, Avrupalı Türkler’in varlık nedenlerinin de anlaşılmasına vesile olacaktır.