Felsefe, sosyoloji veya antropoloji okuyanlar Helmuth Plessner’i mutlaka bilirler… Felsefi antropolojinin kurucusu… Almanya’da 1892’de Wiesbaden kentinde doğmuş, 1985’te Göttingen’de ölmüş… Felsefi antropoloji insanın temel niteliğini ya da özünü kavramaya ve daha da ötesi bunun anlamını değerlendirmeye yönelik bir bilim dalı… Yani insan varlığının bir felsefesi denilebilir. Helmuth Plessner, Kayser dönemi ile Bonn Cumhuriyeti olarak nitelenen dönemin arasında yaşayan bir Alman filozof…
* * *
Çok inişli çıkışlı, hem hüzün ve hem de gecikmeyle başarı dolu bir yaşamı var. Türkçe’ye “Telafi edilen yaşam” olarak tercüme edilebilecek Almanca “Nachgeholtes Leben” isimli eser onun hayatını anlatıyor. (Dietze Carola: Nachgeholtes Leben. Helmuth Plessner 1892-1985 Göttingen : Wallstein Verlag 2006 RSBN: 978-3-8373-0078-1 : 45 Euro).
* * *
Dünyaca saygın filozofun Türkiye ile de ilgisi var. Plessner, Wiesbaden’de dönemin en ünlü sanatoryumunun sahibi ve direktörü psikolog Fedor Plessner’in oğlu… Göttingen ve Heidelberg’de felsefe eğitim yaptıktan sonra Köln Üniversite’sinde göreve başlamış. Doğuştan sağ kolunu çok fazla oynatamadığı için “Sağ eliyle selam veremez” diye askere alınmaz, bir süt işletmesinde sivil görev yapmış… Bunun üzerine babası oğlunun yerine gönüllü olarak orduya başvurmuş ve Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya ve Fransa cephelerinde sahra hastanelerinde görev yapmış. 1933 başlarında Plessner Köln’de tam kürsü başkanı olacağı sırada Naziler iktidara gelir. Annesi Protestan, babası Yahudi olan Plessner, yarım Yahudi olduğu için Nisan ayı başında üniversitedeki görevine son verilir. Wiesbaden’de de babasının sanatoryumuna saf Alman hastalar girmemesi için kapısında gestapo bekler. Bunu gururuna yediremeyen babası 25 Nisan’da intihar eder.
* * *
Plessner, Wiesbaden’de hasta annesiyle çaresizlik içinde kalır. O sıralarda Nazi zulmünden kaçan Yahudi bilim adamlarının Türkiye’de çalışması için aracılık eden Zürich’teki derneğin başkanı Prof. Philipp Schwartz’a başvurur. Zürich’e gider. Kendisine “İstanbul’daki tek felsefe kürsüsü için Hans Reichenbach ile sözleşme yapıldı. İkinci bir felsefeciye ihtiyaç yok” denir. Ama, ikinci bir felsefe kürsüsü açılırsa imkan doğabileceği, dönemin Eğitim Bakanı Reşit Galip’in bu konuya sıcak baktığı söylenir. Sözleşmesi olmasa da İstanbul’a gelip göz önünde olması tavsiye edilir. Başka çaresi yoktur.
* * *
İstanbul’da Romanoloji Kürsüsü için sözleşme yapılan Leo Spitzer ile yola çıkar. Köln Üniversitesinden arkadaşı olan Spitzer ve eşiyle önce Venedik’e, oradan da gemiyle 2 Eylül 1933 günü İstanbul’a varırlar. Önce Avrupa yakasındaki bir otelde kalan Plessner, daha sonra Avusturya’lı bir ailenin yanında oda tutar. Üniversiteye bağlı bir Dil Okulu’nda Almanca öğretmeni olabilme ihtimali de belirir. O günlerde Moda’da denize düşen kızını kurtarmak isterken ağır yaralanan Reşit Galip’in yerine atan Bakan Hikmet Bayur, ne dil okulu ne de ikinci bir felsefe kürsüsüne onay verir. Plessner büyük hayal kırıklığı yaşar.
* * *
Plessner, İstanbul’u çok sever. Bir arkadaşına yazdığı mektupta İstanbul’u över ve örneğin Beyoğlu’nda bir Rus lokantasında yaptığı dansları anlatıp “Burası Köln Karnavalı’nı gölgede bırakır” der. Bir süre sonra parası azalır ve çaresizlik içinde Wiesbaden’e döner. Tam bu sırada Hollanda’nın Gröningen Üniversitesi’nden teklif alır ve gidip 1943 yılına kadar orada çalışır. Hollanda’yı işgal eden Naziler 1943’te tüm Yahudileri işten çıkarırlar ve peşlerine düşler. Plessner iki yıl Utrecht ve Amsterdam’da perişan vaziyette Nazilerden gizlenir.
* * *
1945’de savaş bitince tekrar Gröningen Üniversitesi’nde göreve başlayan Plessner, 1949’da önce Hamburg ve 1951’de Göttingen Üniversitesi’ne gelir. 1951-1962 arasında Göttingen Üniversitesi’de Sosyoloji Kürsüsü Başkanlığı yaptıktan sonra emekli olur. Boş durmaz ve 1965’e kadar New York Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nde, 1965-1972 arasında Zürih Üniversitesi’nde ders verir. 1973’te tekrar Göttingen’e döner. Alman Felsefe Derneği Başkanlığı (1955), Alman Sosyoloji Cemiyeti Başkanlığı (1955), Göttingen Hukuk Fakültesi Dekanlığı (1957) Göttingen Üniversitesi Rektörlüğü (1960) gibi sayısız göreve seçilen Plessner’in, hayatının ilk bölümünde yaşadığı hüznün yerini daha sonra başarı dolu yıllar alır. Kitabın adı da bu yüzden telafi edilen yaşamdır.
* * *
Felsefi antropolojinin kurucusu Helmuth Plessner’in çok sayıda kitabı var. 1959’da yazdığı “Gecikmiş Millet” (Verspaetete Nation - ISBN: 978-3518076668 – Suhrkamp Verlag – 2001) Alman ulusu ile ilgili en önemli felsefe kitaplarından biridir. 1959’dan beri felsefe, tarih, sosyoloji çevrelerinde tartışılıp üzerinde çok sayıda kitap, makale yazılmıştır. Tartışma şimdi de sürmektedir. Eserin ana fikri ancak 1871’de bir birlik sağlayan Almanya’nın Fransa ve İngiltere gibi diğer Avrupa ülkelerine göre gecikmeyle bir millet olabildiğidir. Bu gecikmenin daha sonra Almanya’nın karşılaştığı felaketlerin sebebi olabileceği tezi savunulur.
* * *
Plessner’in yazılarına bakılınca, İstanbul’da Beyoğlu’nda ünlü Rejans’a gittiği anlaşılıyor. Rejans, başta Atatürk olmak üzere aralarında eski İspanyol Kralı Alfons'un da bulunduğu nice ünlü devlet adamını ağırlayan bir Rus lokantası… Rejans’ın kitabını yazan Prof. Dr. Nur Akın'a göre, 4 Mayıs 1932'de açılan lokantanın şef garsonu 'kont', kadın garsonları da 'kontes' miş. Balalayka orkestrası eşliğinde Rus yemekleri ve limonlu sarı votka ikram edilirmiş… Plessner’in çocukluk ve gençliğinin geçtiği Wiesbaden o dönemlerde Rus Çarı’nın ve aristokrasinin her yıl geldiği bir kaplıcalar ve kumar kentiymiş… Bu yüzden Plessner, Rus kültürü ve mutfağını yakından tanıyor.
* * *
Plessner’in 1952’de evlendiği ünlü sanat tarihçisi eşi Monica Plessner, 2008 yılında ölmüş… Eşinin anlattıklarını ve Mann ailesi, Adorno gibi dönemin en ünlü yazar, düşünür, filozoflarıyla görüşmelerini içeren kitapları Almanya’da Marbach Edebiyat Arşivi’nde… Gröningen’deki Helmuth Plessner Arşivi ve Dersden’deki Helmuth Plessner Cemiyeti, filozofun tüm eserlerini muhafaza edip kongreler düzenliyorlar…
* * *
Helmuth Plessner’i niçin yazdım… Aslında Plessner’in “Gecikmiş millet” felsefesinden yola çıkıp Avrupa’daki Türkler için “Gecikmiş bir toplum” kavramının geçerli olup olmayacağını yazacaktım. Ama kısa bir süre sonra 30. ölüm yıldönümünde Wiesbaden’de anılacak olan Plessner’in hatırasını yazmayı daha doğru buldum. Çünkü keşke Naziler’den kaçıp sığınmak istediği İstanbul’da yaşadığı hayal kırıklığı, umudun kaybetmeyip Beyoğlu’nda eğlenmesi, yaptığı görüşmeler gibi felsefeyle iç içe geçmiş insani konuları kendisiyle konuşabilseydik… İstanbul’da kalsaydı yaşamı nasıl değişirdi… Türkiye’de felsefe düşünceye yapacağı katkıları ele alsaydık…
* * *
Başka bir felsefeci diyorki “Eğer bir hedef ve bu hedefe varmak için zaman konulduysa gecikme vardır. Hedef ve zaman yoksa gecikme de yoktur.” Avrupa’daki Türkler’in de bir hedefi ve koydukları bir zaman var mı acaba ?
* * *
Bunları da ele almalıyız ama bir yandan da “İnsan olmanın anlamı ve amacı nedir, nasıldır, ne olması gerekir?” sorusunu yöneltmeliyiz. Bunun için Helmuth Plessner’e ihtiyacımız var. Felsefe sadece hararetli konuşmalar değildir. Çünkü felsefe bir nevi yaşamın bilimidir. Hayatı anlama ve anlamlandırma sanatı da diyorlar. Bazen akıl sınırlarını zorlayan soruları da barındırsa felsefe insanın kendisidir.
* * *
21. Yüzyıl’da bilgi toplumu yolunda hızla ilerliyoruz, uzay çağındayız diyoruz ama hala savaşlar, büyük göçler devam ediyor... Felsefe sayesinde birey kendini sorgularken, hayatın daha anlamlı olmasını, dolayısıyla toplumun hedeflerini ve bu hedefleri ulaşılabilecek zamanın konulmasını sağlar. “Sorgulanmamış hayat yaşanmamıştır” diyor düşünür Sokrates… Ama hiçlik felsefesinin kurucusu nihilist Alman düşünür Nietzsche ise“Bu dâhil, tüm genellemeler yanlıştır” demiş… İşte bu da bir felsefi konu…
* * *
Wiesbaden’deki Türkler’e veya Alman’ın en güzel kentlerinden biri olarak nitelenen Wiesbaden’e gidenlere tavsiye ediyorum… Sadece kaplıcaları ziyaret etmesinler… Rus yazar Dostoyevski’nin Kumarbaz romanında adı geçen ve ünlü yazarın kumarda büyük paralar kaybettiği tarihi kumarhaneyi gezmesinler… Ünlü Kaplıca merkezinin çok yakınındaki Sonnenberg Caddesi’ne kadar uzanıp 11a numaradaki villaya baksınlar… Duvarında 2007’de plaket çakılan bu bina hem Plessner ailesinin sanatoryumuymuş hem de filozofun doğduğu, çocukluğunun, gençliğinin geçtiği mekanmış… Onu İstanbul hatıralarıyla birlikte bir kez daha analım…