BDP Bağımsız Milletvekili Sayın Aysel Tuğluk, BDP içinde aklına fikrine değer verdiğim bir siyasetçi ve (sanıyorum) hukukçuydu.
Ancak geçtiğimiz günlerdeki "tesadüfi" (!) rastlantılar sonrasında gördüğümüz samimi kucaklaşmalar doğrusu beni çok şaşırttı. Böylesine bir samimiyeti açıklayabilmek de kolay değil.
Anladığım kadarıyla Sayın Tuğluk da bunun rahatsızlığını duymuş olacak ki "Ben orada barışı kucakladım" gibisinden anlamsız bir savunma yapmış. Ancak bundan daha vahim olmak üzere "onlar da bu vatanın çocukları" gibisinden bir ekleme gereksinimi duymuş. Kucaklaştığı PKK'lı teröristler nerenin ve kimin çocukları bilemem. Ama bildiğim bir şey var ki bu adamlar düpedüz katil. Onların da bu toprağın çocukları olması, cinayetlerini affettiremez, unutturamaz. Bu mantığa göre karısını baltayla parçalayan canavar kocaya da sarılmak ve "sen de bu toprağın insanısın" diyerek yaptığı vahşeti unutturmak gerek.
Böyle mantık olur mu?..
Evrensekiz'in (Lüleburgaz) aslanları
Geçtiğimiz hafta bir gece televizyon kanalları arasında dolaşırken Lüleburgaz ilçesinin Evrensekiz beldesinde askere gönderilen çocuklar için yapılan törene rastladım. Çok yeni miydi yoksa geçtiğimiz yıllarda yapılan bir törenin görüntüleri miydi bilemiyorum. Ama inanılmaz bir duygusallıkla TV'nin karşısına çakılıp kaldım.
Geniş bir alanda, alanın yanlarına masalar ve iskemleler konulmuştu. Giden çocukların aileleri ve belde halkı oralara oturmuştu. Meydanın arka yüzünde genç bir delikanlının taşıdığı büyük boy bir Türk bayrağı vardı. Onun yanında takım elbiseli bir adam vardı ki; bu kişinin belediye başkanı ya da kaymakam olduğunu sanıyorum.
Askere giden gençler (hemen hemen) bir örnek giyinmişlerdi. Boyunlarında izci fuları gibi bağladıkları kırmızı ipek birer fular vardı. Meydanın bir ucundan diğerine koşarak geliyor (bu arada ailelerini de ihmal etmeksizin) bayrağın önüne geldikleri zaman çakı gibi birer asker selamı veriyorlardı. Sonra bayrağa sarılarak üç kez öpüp alınlarına koyup daha sonra takım elbiseli kişiyle kucaklaşıyor, onun verdiği armağanları alıyor ve onun yanındaki iki gençle de kucaklaşıp arkadaşlarının yanına koşuyorlardı. Tabii havaya zıplatmalar da eksik değildi.
Sonunda Evrensekiz'in tüm gençleri bu süreci yaşadıktan sonra yan yana dizildiler. Tanrım ne kadar görkemli ve heyecan verici bir görüntüydü bu. Bir de İstiklal Marşı "parlattılar ki" yürek dayanmaz. Nasıl bir haleti ruhiye ile izlediğimi anlatmıyorum zira bazı arkadaşlarım alay ediyor.
Daha sonra "gırnata" başladı. Nedense pek erkek yoktu ama Evrensekiz'in herhalde tüm kadın ve gençleri kendilerini ortaya attılar ve oyun başladı. Ve sonunda otobüsler...
Bu manzarayı Silahlı Kuvvetlerimiz'in güç yitirdiğini düşünen ve kaleme alan kimi arkadaşların görmesini isterdim. Bu kaynak kurumadıkça ordumuz güç yitirebilir mi?..
Bu çocuklarımız oyun oynamaya gittiklerini düşünmüyorlardı. Tüm tehlikelerin bilincinde olarak "bir cennet bahçesine gidercesine" vatanın ve tarihin yüklediği sorumluluğa gidiyorlardı.
Sağ olsunlar...
Tarihin öğrettikleri
Ulusların tarihinde kimi karanlık günler ve dönemler de vardır. Böylesi dönemlerde "umutsuzluk" girdabına takılmak işi baştan kaybetmektir. Ne denli zor görünürse görünsün ve ne denli zorluklarla dolu olursa olsun mücadele azmimizi yitirmememiz gerekir.
Bugün Türkiye; dostlarına güven telkin eden; düşmanlarına korku salan bir yapı içindedir ve bu süreç devam etmektedir. Günümüz dünyasını parselleyen "süper güçler" elbette buna katlanmak istemeyecek ve elbette tekerimize taş koymaya çabalayacaktır.
Ancak yılgınlığa kapılmamak gerekir. Türkiye'nin geldiği bu noktada tüm cumhuriyet dönemi yöneticilerinin payı vardır. Zaten biz Türkiye Cumhuriyeti'ni "eğitime dayanan bir modernleşme projesi" olarak değerlendiririz ki; yıllardır süren eğitim, ürünlerini vermeye başlamıştır. İstisnasız her alanda "yetişmiş insan" birikimimiz vardır. Yılgınlığa kapılmak yerine tarihi iyi okumak ve değerlendirmek gerekir...
(Bugün gazetesinden alınmıştır)