Ali Bulaç daha önceki yazılarında futbolun toplumda birtakım değerlerin yerine monte edildiğini, gereğinden fazla abartıldığını yazmış, ben de ona itiraz etmiştim.
Futbolla ilgili ne zaman böyle yorumlar yapılsa tepki gösterirdim. Ancak bugün bunlara hak vermeye başladığımı itiraf etmeliyim.
Şikeyle ilgili yazdığım yazılara aldığım tepkiler, futbolla toplumun ilişkisini yeniden ve daha güçlü biçimde sorgulamama neden oldu. Çok eskilerden beri tanıdığımız, dindar bir kimliğe sahip insanlar olarak bildiğimiz dostların bile ağza alınmayacak tepkiler göstermesini anlamak hakikaten çok zor.
Futbolun çok önemli bir toplumsal dinamizm olduğu, topluma aksiyon kattığı aşikâr bir durum! Futbolun sosyolojik temellerinin bulunduğu, kitlelere dinamizm getirdiği muhakkak! Ama takım taraftarlığının, din gibi, milliyet gibi bir aidiyet haline dönüşmesi hakikaten ürkütücü görünüyor. O zaman futbolun birleştiriciliği ve aksiyonu ortadan kalkıyor, bu spor yeni bir toplumsal tefrikaya dönüşüyor.
Ne kadar sosyolojik arka planı olursa olsun, futbol neticede bir oyun ve sahadaki 22 kişinin topu üç direk arasına atmasından başka bir şey değil. Bugün dindar insanlar bile takımlarıyla kendilerini bire bir özleştiriyorlarsa, takımına söylenen sözleri kendilerine söylenmiş gibi görüyor, takımının düştüğü durumu kendi durumuymuş gibi algılıyorlarsa burada yanlış bir şeyler var demektir. İnsanlar tuttuğu takımı kayıtsız şartsız destekliyor, her türlü yanlışını içselleştirip kabul ediyor ve o yanlışlara bile tarafgir oluyorsa, diğer takımın en küçük meselesine müsamaha göstermeyip bunu kavga için bir gerekçeye dönüştürüyorsa burada hastalıklı bir durum söz konusu demektir.
Futbolun bir keyif aracı olduğu dönemlerde, takımlarla ilgili birtakım meseleler dostlar arasında birbirlerine takılma vesilesi ve latife sebebi olarak görülüyordu. Ancak her geçen gün takım tutmanın bir kimlik ya da bir aidiyet sebebi haline gelmesi, futbol anlayışını tehlikeli bir sürece dönüştürdü.
Oysa taraftar olarak büyük anlamlar yüklenilen futbolcular ve yöneticiler hep kazanmaya bakıyorlar. Oyuncuların hiçbirisi parasız oyun oynamıyor, karın tokluğuna gönül verdiği formaya hizmet etmiyor. Kulüp yöneticileri ya da futbolun renklerini yönetenler bu işleri bir ideal uğruna yapmıyor. Bilakis bu sektördeki büyük büyük paraları, büyük bir keyifle yönetiyorlar. Yani sadece hizmet veya iyilik güdüsüyle kimse bu işlerle uğraşmıyor. Bu sektördeki insanların kendileri söz konusu olduğunda, her birinin profesyonel olduğuyla ilgili cümleler duyuyoruz. Bunların kınanacak bir durumu yok tabiî ki. Yanlış olan, böylesine bir oyuna yüklenen olağan dışı anlamlar ve bu anlamların bize kimlik olarak dönmesidir.
Hep birlikte futbolla ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmemizde fayda var. Futbolu dünyevi bir din ya da bir kimlik haline dönüştürmek, bizi ve toplumu büyük bir yanlışla karşı karşıya getiriyor. Takım taraftarlığının bir kimlik haline dönüşmesi, hakkı ve hukuku çiğneyenlerin de cesaretini artırıyor.
Unutmayalım, futbol sadece bir oyun. Keyif alınacak, stres atılacak ve atılan stresten sonra da unutulup işimize bakılacak bir oyun...
(Zaman gazetesinden alınmıştır)