Yazılarımı ve kitaplarımı takip edenler bilirler. Özellikle Rumlar ve Türklerin birbirlerini anlamaları gerektiği üzerinde çok durdum. Çünkü iki millet birbirlerinden çok şey almışlardır. (Tabiî Ermeniler de buna dâhil. İkide bir bana saldıran Hrant’ın türbedarları  “Nefret Söylemcileri”  bu izahların dışında kalsınlar. Ferasetleri olmadığı için akılları ermez!) Rumların yeri şundan dolayı farklı: Karaman Türkleri dediğimiz Ortodoks Türkler, hiç Rumca bilmedikleri hâlde Rum sayılmışlar ve Mübadele’de Yunanistan’a göçürülmüşlerdir. Yunanistan’da onlarla röportajlar yapmıştım. Gün yüzüne çıkmamış son çalışmam da  “Ekümeniklik”  üzerine...

Patrik Bartholomeos’un özel izniyle, Heybeliada Ruhban Okula girdim. Rumların çok kıymet verdikleri Zeytinburnu’ndaki Balıklı Meryem Ana Rum Ortodoks Manastırı’na da gitmiştim. Ünlü Balıklı Ayazması bu manastırdadır. Mezarlıklar arasındaki manastırın büyük kapısından girince kiliseye bitişik tek kabir görmüş ve sormuştum. Meğer büyük yardımlar sağlamış hayırsever bir zengin Rum’unmuş. Kilisenin avlusunda patriklerin kabirleri ise bir arada idi.

Zengin Rumlar, Ortodokslar için birer “aziz”! Gerçek şu ki, hayırsever zenginler olmasa varlıklarını nasıl koruyacaklardı!
 
***
 
Yorgo L. Zarifi’nin kitabından öğreniyoruz ki, 1869 yılında, Abdülaziz zamanında Mısır’a giderken İstanbul’a da uğrayan Fransa İmparatoriçesi Eugènie, Fener Rum Patriğiyle görüşmek ister. İlk defa bir yabancı kraliyet lideri Fener’i ziyaret edecektir. Patriği bir korku sarar. Osmanlı Hükûmetinden korktuğu için değil... Bakın neden: Patrikliğin hâmisi asıl Rusya’dır. Rus elçisi tedirgin olur; yoksa Fransa Fener’i himayeye mi soyunmuştur? Rus Büyükelçi, Patrikhane’ye âdeta ültimatom verir: Bu ziyaret iptal edilmelidir. Ama koskoca imparatoriçeye seninle görüşmüyorum, denebilir mi?  “Patrikhanenin sayısız menfaat ilişkisi içinde olduğu Büyük ve Kutsal Rusya’nın canını sıkmamak”  için bir çare bulacaklardır: Patrik hasta! Nitekim imparatoriçeyi hastalık bahanesine inandırırlar. Öyle ki; Eugènie, iki Fransız yaveri Fener’e bizzat  “hasta”  patriğe geçmiş olsun ziyaretine gönderir ama yüz yüze görüştürmezler. Yine bir bahane:  “Hasta patrik uyuyorlar efendim!” 

“Büyük ve Kutsal Rusya”nın hâmiliği başımıza ne işler açtı, ne işler! Mora isyanında Yunanlılar sonuç alabilmişlerse bunu büyük oranda Ruslara borçludurlar. Rus gönüllüleri bizzat Osmanlı’ya karşı savaşmışlardır. Yorgo L. Zarifi, Mora’da 300 Rus  “şehit”in yattığı mezarlıktan bahseder. (Ruslar, Yugoslavya parçalanırken Sırbistan’ın yanında yer almışlardır. Yunanlılar da öyle. Kosova’da savaş çıktı çıktı çıkacak... Piriştine’de Sırpların Arnavutları protesto yürüyüşünü takip ettiğimde, bir balkondan Yunan bayrağının dalgalandırılarak tezahürat yapıldığını bizzat görmüştüm.)

1897’de, Yunanlıların yenildiği savaşı bilirsiniz. Abdülhamid döneminin tek galibiyeti galiba bu savaştır. Osmanlı ordusu Yunanlıları her cephede bozguna uğratmaktadır. Neredeyse Atina’ya kadar gidilecek, belki Yunan devleti yıkılacaktır. Türkleri kim engelledi, dersiniz? Ruslar! Abdülhamid’e kesin ihtar çekerler ve asker ilerleyişi durdurmak zorunda kalır. Zarifi hatıralarında, bu savaşta Rusya sayesinde bir şey kaybedilmediğini yazar. (Devam edecek.)


(Yeni Çağ gazetesinden alınmıştır)