Bu pazarın öyküsü iki ayrı dosttan gelmişti.. İlki, geçenlerde bu gönderiyi ilettikten sonra Bursa’da uykusunda yaşama veda eden Emekli Albay Güray Selçuk’tu gönderen. Nur içinde yatsın… Aynı günlerde, ülkemizin tanınmış araştırmacı-koleksiyonerlerinden Nazif Bozatlıdostum da ulaştırmıştı bu maili…Yaşanmış bu öykü bana 1974’te İtalya’nın Sardunya adasında başımdan geçen bir olayı anımsattı.
Dostum ProfesörFrancescoCao ile çok hoş ve tipik bir ada kenti olan Cagliari’yi dolaştık ve bir café’de soluklandık. Prof. Cao, buzlu çayını söyledi -naneli buzlu çayı da ilk orada görmüştüm-. Ben de Türk kahvesine en yakın sertlikte bir espresso ısmarladım. Aslında bir dil bilgini ve İtalya’nın ilk judocularından olan, piyanist- besteci Cao,çok yönlü bir kişiydi ve o zaman İslam dini üzerine kafa yoruyordu.Daha sonra İstanbul’da misafirimiz olduğunda İslamiyeti seçeceğinin işaretlerini de vermişti Sultanahmet Camii’nde bana. Ama sonrasını bilmiyorum. Hiç evlenmemiş ve “Alem” adını verdiği siyah köpeği ile -ona İtalyan aksanı ile “kara köpek” diyordu-yaşayan bu güzel insanı yıllar önce kaybettik. Hoca,Judoyu İkinci Dünya Savaşı’ndaAlmanya ile birlikte İtalya’nın müttefiki olanJaponya’daki askeri görevinde öğrenmiş ve bu sporun İtalya’daki öncülerinden olmuştu.
Tek başına bir kano veçift palalı bir kürekle hiç karaya çıkmaksızın Sardunya adasının çevresini dolaşan ilk sporcu da Prof.Cao’ydu. Ve adada nereye gitsek büyük saygı görüyordu. O zaman o 73’ünde, ben ise 26yaşındaydım. Ama çok iyi dosttuk. Bildiği 7 dile Türkçe’yi de ilave etmeyi kafasına koymuştu.
“ İKİ KAHVE, BİRİ ASKIYA”
Masada otururken bir bey geldi ve barmene ”dueespresso, unoaski“ dedi. Barmen kahveyi hazırladı. Küçük kare şeklindeki bir kağıt parçasını da duvardaki çiviye geçirdi, çivide bir kağıt daha vardı. Adam kahvesini iki dikişte bitirdi. Bankoya kağıt bir para koydu ve gitti. Sanırım 500 liretlik bir banknottuve bir kahve için çoktu o zaman. Prof. Cao’ya ne olduğunu sordum. ”Bu çok eski bir gelenektir bizde” dedi. “İki kahve, biri askıya…Malum, biz kahveyi çok severiz,siz Türkler gibi. Ama sizdeki gibi güzel ritüel pek yoktur bizde. Çoğunlukla espressoyu ayakta yudumlar, biraz kendimize gelir hemen işimize döneriz. Ama canı çektiği halde bu kahveyi içemeyenler olabilir. O nedenle bazı kişiler bir kahve içer,iki kahve parası verirler,Barmen de gördüğün gibi bir kağıdı duvardaki çiviye geçirir. Yoksul biri geldiğinde çivide kağıt varsa eğer ‘askıdan bir kahve’ der, kahvesini içer ve gider. Böylelikle ne ısmarlayan, ne deısmarlanan kişi birbirini tanımazlar. Böylece bir yardımlaşma doğmuş olur. Çok sevdiğimiz ve biraz da övündüğümüz bir geleneğimizdir bu.” Gerçekten çok etkilenmiştim. Ne güzel bir yardımlaşma olgusu ve duygusu idi. Çıkarken ben de hesabı ödedim ve “biri askıya dedim.” Daha sonra üşümüş veya günün yorgunluğuna kısa bir mola vermiş bir kişinin benim kahvemle mutlu olacağını düşünmenin keyfini yaşamıştım…
Dört beş sene önce İstanbul’da genç bir gazeteci kız arkadaş, sanırım Aktüel Dergisi’nde ‘iki ekmek biri poşete’ kampanyasını başlatmıştı. Özellikle dar gelirli vatandaşların yaşadığı bölgelerde yürümüştü kısa süre bu kampanya.Bir ekmek alan isterse iki ekmek parası veriyor. İkinci ekmek bir naylon poşete konup fırıncının zaten genelde tanıdığı kişilere veya isteyene veriliyordu.O zaman çalıştığım tv kanalında bir bağlantı da yaptığımı hatırlıyorum genç gazeteci ile. Kutlamıştım kendisini. Ama kampanya birkaç ay sonra yaygınlaşamadan sona erdi…
İşte bu haftanın aşağıda okuyacağınız öyküsü bana bu ekmek kampanyasını anımsattı. Ve çocukluğumun geçtiği İstanbul Kadıköy,Yeldeğirmeni’ndeki tek fırınımızın sahibi yiğit bir Karadenizli olan Lokman Abi’nin satılmayan ekmekleri ertesi gün yoksul kişilere verdiğini hatırladım. Yanlış hatırlamıyorsam, Kayışdağı Çeşmesi’nin başında duran faytoncu amcanın atı için de verirdi ekmekleri tek kuruş almadan. Niye ‘yiğit’ tabirini kullandım? Çünkü 6-7 Eylül olaylarında yağmacıların talan ettiği Rum kökenli vatandaşlarınYeldeğirmeni’ndekidükkanlarının yağmalanmasına izin vermeyerek, dışarıdan gelen bu yağmacıların karşısına çıkan semt gençlerinin başında geliyordu kardeşiyle birlikte Lokman Abi. Çok iyi hatırlıyorum, babam da elinde kalın bir sopa ile kendisi için en stratejik olan yeri emniyete almıştı.Camekanına bir Türk bayrağı da astığı, her akşam demlendiğiLambo’nunMeyhanesi idi bu mevzi! Yeldeğirmeni, Bakırköy‘de bir albayın silahını çekerek koruduğu mahalle ile birlikte, o utanç gecesinde yağmalanamayan ve tahrip edilemeyen iki bölge oldular tüm İstanbul’da…
Fırınımız, hala hizmetini aynı cadde üstünde, eski yerine çok yakın ve tabii çok modern koşullarda sürdürüyor. Sahipleri de sanırım bu geleneği hala devam ettiriyorlar. Selam olsun o güzel insanlara...
Şimdi gelelim bu haftanın öyküsüne….
Doğum Günü Hediyesi
Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı,'Biraz bekleyeceksin hocam” dedi. 'İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum.'
Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahınayaklaşarak, 'Ekmeklerimi alayım,' dedi. 'Benim ikizler acıkmıştır.'
Fırıncı, adamın kendisine uzattığı torbayı alarak tezgahınaltına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan ekmeklerden dört beş tane çıkardı.
Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş, tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.
Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. “Neden taze ekmeği beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!..” 'Bayat ekmekleri kendisi istiyor.' dedi fırıncı. 'Çok fakir olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum.'
'Kim bu adam?' diye sordum.
'Kore gazilerinden' dedi. 'Oğluyla gelini bir trafik kazasında vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla.'
Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.
'Aradaki farkı ben vereyim,' dedim. 'Hiç olmazsa bugün taze ekmek yesinler.' Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri tekrartezgahın altına koydu.
'Çok şanslısın amca,' dedi. “Çocuklar için sana bugün pasta gibi ekmek vereceğim.'
Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı göğsüne bastırırken. 'Allah, senden razı olsun evladım' dedi. 'Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?'
(Star Kıbrıs gazetesinden alınmıştır)