Demirel'e sorarsanız şöyle diyecektir:

-MGK'da oturduk konuştuk. Herkes fikrini söyledi. Kimse Erbakan'a istifa et demedi. Geldi kendisi istifa etti.
Ne diyeceksiniz? Evet her şey söylenen gibi oldu ama sonunda, DYP'nin içi karıştı, hükümet devrildi, Mesut Yılmaz'a hükümet kurduruldu, Refah Partisi kapatıldı vs.
Çevik Bir ne diyor?
-Biz hükümeti koruduk aslında irtica tehdidinden... 35'inci madde bu görevi veriyordu bize.
Ne diyeceksiniz?
Biliyorsunuz ki Demirel de başka rol oynadı, Çevik Bir de...
Herkesin kimyası değişti o süreçte.
Onun da altında, "askerin darbe yapacağı" ihtimali vardı.
Asker darbe yapacak mıydı? DYP'lilerin kulaklarına fısıldanan darbe söylentilerinin gerçekliği var mıydı?
Yoksa bu söylenti sadece tehdit olarak mı el altından kullanıldı?
Asker, sivil kadroların tehdit algısı ile telaşlanacağını ve sürece boyun eğeceğini mi hesapladı?
Sivil kadrolar, başta hükümet ortakları direnseydi, ne olurdu?
Demirel, gerçekten, darbe ihtimalini ciddi mi buldu, yoksa o da, Erbakan ve Çiller'in darbe ihtimali karşısında pes edeceğini düşünerek blöf mü yaptı?

Garip bir durum değil mi?

Evren "Başarılmış darbenin yargılanamayacağı"nı ileri sürerek savunuyor kendisini.
Çıkış gerekçesi, 35'inci madde. Cumhuriyeti koruma ve kollama.
Çevik Bir, yaptıklarının meşruiyet gerekçesi olarak 35'inci maddeyi gösteriyor.
Gidin, 12 Mart'ın aktörlerine, onlar da 35'inci maddeden söz edeceklerdir.
12 Mart da 12 Eylül de Demirel'e karşı yapılmıştı.
Demirel, "Şapkayı alıp gitme" gerekçesi olarak "Ne yapsaydım, demişti, Arkamda beni koruyacak halk mı vardı? 27 Mayıs'tan sonra bütün başbakanlar odalarında bir darağacı gölgesi görmüşlerdir."
28 Şubat'ın merkez adamı Demirel'dir bana göre.
Darbe tehdidini ilk içselleştiren odur. Eğer söylediklerinde samimi ise...
Samimi olmama ihtimali de var. O ihtimal de, darbe tehdidini Erbakan'ı yıkmak için kullanma hesabıyla ilgili olabilir.
Şunu açıkça ifade etmek gerekir:
-35'inci maddenin varlığı da gayrimeşrudur, kullanılma biçimi de...
Keşke siyasetçilerimiz, başından beri o maddenin hem varlığına hem kullanılma biçimine karşı net tavır koyabilseydiler.
Ama Çevik Bir ne derse desin, sonuç itibariyle 28 Şubat, "askerin darbe yapabilirliği" ihtimaliyle sonuç almış bir operasyondur.
Şu anda Çevik Bir gibi on tane general çıksa da, MGK'yı, andıçları, şunu bunu devreye soksa, sinek vızıltısı kadar etki yapar.

Çok mu ileri gittim?

Hâlâ darbe damarı var olabilir mi?
Bakın işte, Türkiye böyle bir sendrom taşıyor bünyesinde. 2012 olmuş, Ergenekon'da, Balyoz'da, 12 Eylül'de, 28 Şubat'ta onlarca general sanık sandalyesine oturtulmuş, "Hâlâ bir şeyler olabilir mi"yi akıldan çıkaramıyoruz.
Asker durumdan vazife çıkarıyor ve eyleme geçiyor.
Çevik Bir, 35'inci maddeyi kafasından silmemiş hâlâ. Hâlâ oraya atıf yapabiliyor.
Başbakanın darbeden, on saniye önce haberdar olabildiği bir ülke olmak... 35'inci madde böyle bir saçmalığın gerekçesi...
Ya asker, ihanet ederse?
Bu hiç akla gelmiyor.
Oysa 28 Şubatçılar, gitmiş Erbakan'ın devrilmesi için ya da Türkiye'deki İslami birikimin hangi durumda olduğunu tartışmak için Amerika ile pazarlık yapmış.
Oysa 28 Şubat'ın aktörleri, Erbakan'ın vefatı zamanında "Yahu meğer bu adam gerçekten milli hassasiyeti olan birisiymiş, ona karşı yanlış yapmışız" diyeceklerdir.
Devirirken "durumdan vazife çıkar, sonra meğer milli hassasiyetleri varmış" diye pişmanlık sergile...
Bu süreci, 35'inci maddenin ve "Her şeyi asker bilir" mantığının silindiği bir süreç olarak değerlendirmek lazım. Demirelgillere de, makyavelizm fırsatı vermemek lazım.

BUGÜN