Diyarbakır gergin günler yaşıyor. Çözüm sürecinin sağlayacağı huzur ortamı için umut sürerken çıkan olaylar endişe uyandırdı.
Olayın özeti şöyle: Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen legal yapılanmalar, Dicle Üniversitesi’nde Kutlu Doğum etkinliği organize ediyor. Rektörlük başta olmak üzere izinler alınarak duyurular dağıtılıyor. Film tam bu noktada kopuyor; PKK’ya yakın öğrenciler bildiri dağıtılmasını engellemeye çalışıyor. Tartışma, çatışmaya dönüşüyor. Hizbullah’a yakın dernekler bölgede çeşitli çapta Kutlu Doğum programları yıllardır organize ediyor. Bugüne kadar tepki göstermeyen PKK’nın, Abdullah Öcalan’ın bile İslam kardeşliğinden bahsettiği ortamda takındığı tavır enteresan! O halde tavrın organizasyonun muhtevasıyla ilgili olmadığı söylenebilir. Kimin yaptığı da belirleyici değil. Birincisi; zaten çoğunlukla aynı ekip benzer programlar yapıyordu. Önceden problem görülmüyordu; şimdi neden maraza çıkarıldı? Ayrıca, aynı coğrafyayı paylaşan iki örgüt ister istemez belirli mahallî çarpışmalar yaşıyordu. Hemen ‘akil adamları’ devreye girip kıvılcımın yangına dönüşmesini önlüyordu. Şiddet dengesinin kurduğu bir ‘soğuk savaş’ hüküm sürüyor, baltalar çıkarılmıyordu.
Böyle olunca zamanlamaya bir de tarafların tavırlarına odaklanmak gerekiyor. PKK başından beri kendi dışında kimsenin o coğrafyada yaşamasına tahammül etmek istemedi. Silahlı-silahsız bütün örgütleri yok ederek veya sürerek tek hâkim güç olmaya çalıştı. Bunu önemli ölçüde başardı. Tek istisna Hizbullah oldu. Hem toplumsal tabanı hem de güçle sindirilemeyişi ile var olmaya devam etti. PKK’nın çatışmayı seçmiş olmasının bugünden çok yarınla alakalı olduğu kanaatindeyim. Yeni döneme hazırlanıyorlar. Kürt meselesinin neredeyse tek muhatabı haline gelmiş olmalarını, stratejik kazanım olarak koruma amacındalar. Yani bugün yaşadıklarımız yarına dair ‘alan hâkimiyeti’ mücadelesi. Bölgedeki yegâne güç olma peşindeler. KCK sözleşmesine baktığımızda, bu tekçi ve otokratik bakış açısının her alana yayılacağını görüyoruz.
Legal unsurların yaklaşımı da ilgi çekici ayrıntılar içeriyor. Bazı BDP’liler sert bir üslupla konuşurken HÜDAPAR, ilk günden itibaren sakinleştirici olmayı seçti. HÜDAPAR yukarıda değindiğim tekçi ve dayatmacı yaklaşıma şöyle dikkat çekti: “PKK’li grup üniversitede kendilerinden habersiz hiçbir etkinliğin düzenlenemeyeceğini, üniversitede yapılacak etkinlikler için rektörlükten değil kendilerinden izin alınması gerektiğini söyleyerek afiş ve broşürleri yırtıp bunları dağıtan öğrencileri darp etmişlerdir. Bu tip tahammülsüz davranışlar içinde bulunan kişileri farklı düşüncelere saygı göstermeye, provokatif eylemlerde bulunmamaya ve tarafları sağduyulu davranmaya davet ediyoruz.” Dün de genel başkanları Hüseyin Yılmaz sağduyu çağrısı yaptı. Yılmaz’ın şu sözleri ilgi çekiciydi: “Bu konuda sabırlı, sükunete sahip olmalarını provokatörlerin kim olursa olsun kendi ağabeyleri de olsa, kendi liderleri de olsa, kendi yöneticileri de olsa Kürt gençlerini birbirine çatıştıracak, birbirine çatıştırıp istenmeyen hadislere sebep verecek olan her türlü talimatı yönlendirmeyi reddetmelerini ve bu provokasyonlara gelmemelerini istiyorum.” Başta Aysel Tuğluk olmak üzere karşı kanadın açıklamalarında söz konusu hassasiyeti görmek pek mümkün değildi. Tersine alan hakimiyeti stratejisinin izlerini taşıyordu.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: PKK pastaya ortak istemediğini güçlü biçimde göstermek istedi. Karşı taraf ise bunun o kadar da kolay olmadığı mesajını verdi. Bu siyasi ve sosyal bir çekişme olarak kalırsa ne ala, ama fiilî mücadeleye dönüşürse kötü şeyler olabilir.
(Zaman gazetesinden alınmıştır)