Cübbeli Ahmet Hoca, “kadın ticareti”nden yargılanıyor. Teknik takibe alınan konuşma kayıtları mahkemede açıklanmış.
Hâkime sitem ediyor:
“Telefonda bahsettiğim kadın, ikinci karım. Haftada bir ona giderim. İlk hanım çok kıskançtır. Medyaya çıkarsa ne yapacağız bilmiyorum. Yayın yasağı da koymadınız” diyor.
İşin “Cübbeli” ve magazin boyutunu bir kenara bırakalım.
Ortada ticaret varsa başka; ama yoksa devletin özel hayatı kaydetme ve mahkemede uluorta ifşa etme hakkı var mı?
* * *
Devlet, son dönem “3 çocuk yap” kampanyasından kürtaj karşıtlığına, sezaryen kısıtlamasından gebelik takibine yatak odalarımıza destursuz daldı.
Dünkü Radikal’de Mine Tuduk’un ilginç bir haberi vardı:
Sağlık Bakanlığı 2008’den beri, “Gebe, Bebek, Loğusa İzleme Sistemi” ile doğum seyrini sağlık görevlileriyle izliyormuş. Ama bu “izleme”, facialara da yol açabiliyormuş. Örneğin 19 yaşında evlenmeden gebe kalan bir kadın kürtaj kararı almış. Ancak sistem tarafından “gebe” olarak takibe alındığı için sağlık görevlileri evine gitmiş. Kapıyı açan babaya “Evde kayıtlı bir hamile var” demiş.
Bu tür “sıkıntılar”ı önlemek için sisteme “bilgi mahremiyeti” seçeneği konmuş. Bu seçeneği işaretleyenlerin evine gidilmiyormuş. Ancak İstanbul Tabip Odası’na göre hastanelerde sağlık çalışanı bile olmayan görevliler bu gizli kayıtlara ulaşabiliyormuş.
Yani devletimiz mahremiyet filan tanımaksızın kim kiminle yatıp kalkıyor, kim hamile, kim aldırıyor; dinliyor, izliyor, kaydediyor, gereğinde deşifre ediyor.
* * *
Modern demokrasi, eskinin tersine, devleti şeffaflaştırırken, bireyin özel hayatını güvenceye aldı.
Yurttaşa devletten bilgi alma, hesap sorma hakkı getirirken, devletin özel hayatlara müdahalesini kısıtladı.
Şimdi bizdeki uygulamaya bakalım:
İktidar, mahallenin her duvarına kulak dayamış meraklı bir kocakarı gibi, büyük bir iştah ve arsızlıkla ortam dinliyor, en mahrem kayıtları iddianamelerle deşifre ediyor; resmen deşifre edemediklerini yandaş sitelere sızdırıp yayınlatıyor.
Öte yandan da, kendi defolarını “devlet sırrı” damgası altında ebediyen gizlemenin yollarını arıyor.
Son “Devlet Sırrı Kanunu”, neyin “sır” kabul edileceği kararını Başbakan’a bırakıyor.
Diyelim Uludere’deki vahim hata belgelendi. Bunun ortaya çıkması, “milli güvenliğe zarar verebilecek mahiyette” midir?
Bence hayır!
Bu, milli güvenliğe değil, olsa olsa hükümetin güvenilirliğine zarar verir.
Ama kararı verecek olan, Başbakan...
Kendisini zora sokacak belgenin üzerine “Devlet Sırrıdır” damgasını vurduğu anda, 50 sene gizleyebilecek.
Devletin hatırladığımız son sırrı neydi:
Ünlü Susurluk Raporu’ndaki “devlet kurşunuyla öldürülen gazeteciler listesi”...
Sizce o liste, “bizim güvenliğimiz için” mi sansürlenmişti, kontrgerillayı güvenceye almak için mi?
* * *
Modern devletin tersine, Türk devleti, hiçbir denetime tabi olmaksızın, kendi sırlarının üzerine kalın bir sur örmeye hazırlanırken, “kulları”nın sırlarını insafsızca faş etmeye devam ediyor.
Dikkat!
“Büyük cübbe”yi devlet giyiyor.
(Milliyet gazetesinden alınmıştır)