Devlet Opera ve Balesinin bir internet sitesi var. Bu siteye üye olmak koşulu ile internet üzerinden istediğiniz oyunlara bilet alabiliyorsunuz. Daha doğrusu, internet sitesinde böyle yazıyor. Ben de “gişeden bilet almak mümkün değil, çabuk bitiyor, asla bilet bulunmuyor onun için internet sitelerine üye olayım da oradan alırım” diye düşündüm. Üye oldum; fakat buradan bilet almak ne mümkün?
Hangi oyunu açsanız hep salonun, balkonun arkalarında yer kalmış.
İnat ettim, “hata bende, daha erken davranmam lazım” diye düşündüm. Ankara’daki Opera Sahnesinde 8 Aralık, Cumartesi günü sahnelenecek olan “Harem” adlı baleye bilet alabilmek için apotra yattım.
Baktım internet sitelerinde “biletler 15 gün önceden satışa çıkarılır” ibaresi var ama Harem adlı bale için 26 Kasım, saat 09.30’da satışa sunulacağı yazıyor; bu 15 değil, 13 gün oluyor olsun, dert değil.
Telefonumun ajandasına not aldım, biletlerin satışa çıkarılacağı gün tam yarım saat önceden bana alarm verecek.
Biletin satışa sunulacağı gün ve saatte yerimi aldım. Devlet Opera ve Balesinin internet sitesinde, bir elimde kredi kartı hazır ve nazır bekliyorum…
Biletlerin saat 09.30’da satışa sunulacağı duyurulmuştu. Saat 9.35 oldu hiçbir şey yok, bekliyorum… Neyse bu da mühim değil, burası Türkiye. Bunlar ne ki?
Velhasıl saat 09.40 ta biletler satışa sunuldu. Bir baktım ön sıra satılmış bile; tamam ben de “ikinci sıradan B sırasından alırım” dedim. Hemen B sırasının ortasını işaretledim ve kredi kartı bilgilerimi girdim. Ohh beee, sonunda başarmış olmanın verdiği hazla koltuğa şöyle bir yayıldım ki “yeterli bakiyeniz olmadığı için işleminiz yapılamamıştır” diye bir mesajla karşılaştım.
Haydaaaa….
Ya hu, benim kredi kartımın limiti bir otomobil satın almaya yetiyor ama Devlet Opera ve Balesinin internet sitesinden bilet satın almaya yetmiyor iyi mi?
Olabilir, ya sabır dedim tekrar denedim; bu sefer kilitlendi, tövbe satış yapmıyor…
Satış yapsın diye değil, sanki yapmasın diye kurulmuş bir site.
Eğer en ön sıralardan satış yapmayacaksanız niye satışa çıkarıyorsunuz birader? Satılık değil deyin, burası protokol deyin, burası “eş, akraba ve bürokrata ayrılmıştır” deyin, anlayışla karşılarız; ne de olsa dünyanın yaşayan tek komünist ülkesi Türkiye, böyle şeyler normaldir.
Türkiye kurulduğu günden bu yana demokrasi ile yönetildiği iddia edilen ama demokratik yaşam konusunda hâlâ bir arpa boyu yol alamamış garip bir ülke. İktidara gelen herkes dilinden demokrasiyi düşürmüyor ama demokrasiden bihaber, eşine ancak totaliter yönetimlerde rastlanabilecek uygulamalardan da asla vazgeçmiyor.
Devlet Opera ve Balesi Bilet fiyatlarına bakıyorsunuz, güya en ön sıra çok pahalı 30 lira, loca 90 lira (5 kişi oturabiliyor) “üüü çookk pahalı”; sorsanız öyle diyorlar.
Dünyanın neresinde görülmüş 18 dolara en ön sıradan veya locadan kişi başı 3,5 dolara bale seyredildiği? Bu ayrıcalıklar demokrasi ile değil ancak komünizm ile yönetilen ülkelerde olur ve bunlardan tıpkı bizde olduğu gibi halk değil “ayrıcalıklı sınıf” yararlanır.
Her şey böyle… Üç kuruşa lojman, beş kuruşa köfte, altı kuruşa tatil, bedava servis, sadaka parasına öğle yemeği; ya hu bürokrat bunların hepsini vatandaşı düşündüğü için değil, kendini düşündüğü için yapıyor… Bu ayrıcalıkların hepsinden üst seviye bürokratlar yararlanıyor ve hemen hepsi bu hizmetlerin hiçbirine para dahi ödemiyor. Bu hizmetler para ödeyen “kerizlerin” sırtından diğerlerine aktarılıyor.
Gerçekten demokratik bir ülkede insanlar çalışmalarının karşılığını ücret olarak alır ve gelirlerini tercih ettikleri biçimde harcarlar. Buna göre ülkede gerçekten demokrasi olsa; kamu çalışanları için yaratıldığı iddia edilen ayrıcalıkların hepsinin kaldırılması lazım. Neticede çalışanına doğru dürüst maaş ver adam işe neyle geliyorsa gelsin, hangi evde oturmak istiyorsa otursun, eğer sosyal aktiviteye, tatile ihtiyacı varsa, parası ile gitsin, ne yaparsa yapsın. Sana ne?
Milletin jojmanını, sosyal tesisini, yemeğini, servisini, tiyatrosunu, balesini “düşünüyorum” görüntüsüyle aslında kendine “yaşam alanı” açıyorsun, başka bir şey değil. İnsanların ne yiyeceğine, ne giyeceğine, nerede oturacağına, öğlen ne yiyeceğine, hangi oyunu seyredeceğine, hangi müziği dinleyeceğine sen ne karışıyorsun? Düş artık milletin yakasından, dünyadaki “demokrasi” ile yönetilen ülkelerde böyle oluyor.
Çok uç bir örnek ama ABD başkanı Obama’nın seçim kampanyası öncesi başlattığı ve herkesi güvence altına alan sağlık reformu ABD halkının önemli bir kısmında büyük tepki ile karşılandı; insanlar “sana ne benim sağlığımdan” diye kıyameti kopardılar. Demokratik kültür o kadar ilerlemiş ki insanlar sağlık adı altında dahi olsa devletin kendi hayatlarına müdahale etmesine dayanamıyorlar. İlginç değil mi, Türkiye’de böyle bir tepkiyi hayal bile edemezsiniz. Herkesin diline yerleşmiş “devletin malı deniz, yemeyen domuz” ama yediği, içtiğinin kendi aslında kendi malı olduğunun farkında değil…
İnsanlar cebinden çıkarıp vermediği, alnının teri ile kazanmadığı sürece tüketmeyi çok seviyorlar. Aslında bu onların kabahati değil, başka bir şey görmemişler. Herkes evden çıkıp bir yerlere çalışmaya gidiyor ve orada çalıştığını zannediyor. Bir de şöyle düşünmesi lazım “eğer ben buraya gelmesem ülke, çalıştığım yer vs. ne kaybeder?”. Çalışanların %80’i için bunun cevabı “hiçbir şey” dir. Çalıştığını düşündüğü yerden ayrılan bir insanın işten ayrıldığını kimse fark etmiyorsa, aslında işe gelmesine de gerek yoktur. Çalışmadan tüketen bazı insanların “devran” sürsün diye yaptıkları göstermelik sistem eğer bugün yıkılmazsa, yarın yıkılacaktır. Bunu görmemek için aptal olmak lazım; eğer görüp de bugünden tedbir alırsanız en azından yıkıntının altında kalmaktan kurtulmak da bir şeydir…