Dünyaca ünlü Osram, Philips, Tungsram, Associated Electrical Industries, ELIN, Compagnie des Lampes, General Electric gibi dev ampul üreticileri dünyanın ilk küresel kartelini kurmak için 1924 yılında Cenova’da gizlice bir araya geldiler. Amaçları ampul üretimini kontrol altına alarak satışları arttırabilmekti. Bu amaçla kurdukları kartele Phoebus adını verdiler, “Güneş mabudu” anlamına geliyordu. Kartel Amerika, Avrupa ve hatta Asya ile Afrika’daki uzak kolonileri bile denetimi altına alıyordu.

Kartel kurmalarının sebebi; ampullerin ortalama 2500 saat yanabilmesi ve bu sürenin giderek artmasıyla ortaya çıkan ampul satışlarındaki gerileme idi. Rekabet gittikçe artıyor ve firmalar daha dayanıklı, daha sağlam üretim yapma yollarını arıyorlardı. Oysa herkes “daha sağlam ve daha dayanıklı” ampul yaparsa yenisini kim satın alacaktı? Uzun süre dayanan ampullerin tüketici açısından faydalı olduğu düşünülse de, iktisadi açıdan sakıncalıydı. Eğer ampuller çabuk bozulmazlarsa para kazanamayacaklardı; bu yüzden kartelde karar alarak ampullerin ömürlerini 1000 saat olacak şekilde imal etmeye karar verdiler ve buna uymayanları takip ederek cezalandırmak için “1000 saatlik ömür komitesi” kurdular.

Phoebus aylık tüketim raporu hedeflerini ciddi şekilde kontrol ediyor ve uymayanları ağır şekilde cezalandırıyordu. 1940’larda kartel amacına tamamen ulaştı ve 1000 saat ampuller için artık standart kullanım ömrü haline geldi. Oysa bu süre içerisinde 100.000 saat yanabilen ampullerin patentleri bile alınmıştı; ama bunların hiçbiri Phoebus Karteli sayesinde genel pazara ulaşamadan yok oldu.

Resmi olarak Phoebus Karteli asla var olmadı ama sürekli çalışıyordu; varlığı ve kartele ait kayıtlı belgeler yıllar sonra ortaya çıktı. Hiçbir zaman yok olmadılar ama sürekli isim değiştirdiler, zaman zaman Uluslararası Enerji Karteli gibi fiyakalı isimler kullandılar fakat amaçları hiçbir zaman değişmedi.

 

KASITLI ESKİTME

Phoebus Karteli ile ekonomiye giren “kasıtlı eskitme” kavramı, sanayi toplumunun seri üretime başlaması ile birlikte ortaya çıkmıştır. Sanayileşme devrimi ile birlikte makineler seri üretime geçince imalat artık daha ucuza ve çok fazla yapılır hale gelmiş, oluşan arz fazlası tüketici taleplerinin üzerine çıkmıştır. Artık sanayiciler için biriken stoklarını eritebilmenin tek yolu “kasıtlı eskitme”dir. Eğer sattıkları ürünler bir müddet sonra bozulmazsa tüketici yerine yenisini alıp koymayacak, bu da iflas etmelerine yol açacaktır.

Hatta 1929 yılında ABD’deki ekonomik bunalım sırasında Wall Street çökünce krizden çıkış senaryoları arasında “kasıtlı eskitme” yasal olarak gündeme geldi. New York’lu meşhur emlakçi Bernard London kasıtlı eskitmenin kanuni zorunluluk haline getirilmesini böylece krizden kurtulmayı önerdi. Bernard London, her ürüne belli bir ömür verilmesini ve bu süre sonunda ürünlerin kanunen çalışamaz kabul edilmesini öneriyordu. London, böylece yeni ürünlerin her zaman pazar bulabileceğini düşünüyordu. London’ın teklifi yok sayıldı ve uygulanmadı ama ciddi olarak tartışıldı.

Amerika’daki ekonomik bunalımın çözümü için “kanuni zorunluluk” olarak kabul edilmese de, 1924 yılında Phoebus Karteli’nin kurulması ile birlikte hayata geçen kasıtlı eskitme tekniği, sanayi üretiminin bir parçası olarak günümüze kadar kesintisiz uygulandı ve hala uygulanıyor…

 

KADINLAR İÇİN NAYLON ÇORAP

Dünya kimya devi Dupont firması 1940 yılında sentetik iplik ürettiğinde bu ürün dünya tekstili için bir devrim olmuştu. Dupont sentetik iplikle kadınlar için ilk defa naylon çorap ürettiğinde kadınlar çok sevinmişlerdi; çünkü çorap çok dayanıklıydı, hiçbir şey olmuyordu ve çok uzun zaman giyilebiliyordu. Fakat bu kadar dayanıklı olması Dupont için zararlıydı, bir alan yenisini almıyor, firma ürettiklerini satamıyordu…

Dupont derhal mühendislerine sentetik ipliği daha az dayanıklı hale getirmeleri talimatını verdi ve fabrikadaki uzun ömürlü iplik bir daha gelmemek üzere kayboldu, yerini düşük kaliteli iplikler aldı. Artık çorapların ömrü kısalmış, birkaç gün olmuştu ve satışlar doğal olarak artmıştı.

 

ÇÖPE ATILAN iPod’LAR

Apple firması ipod’ları piyasaya sürdüğünde pil ömrü ortalama 10 aydı. Bir ipod satın aldığınızda pili 10 ay gibi kısa bir sürede iflas ediyor ve pilini değiştiremiyordunuz; yani ipod’u atıp yerine yenisini alıyordunuz. Korkunç bir israf ve anlamsız tüketimdi; Apple ipod’u bir süre sonra çöpe atılacak şekilde dizayn etmişti. Fakat tüketiciler örgütlenerek San Francisco’lu avukat Elizabeth Pritzker öncülüğünde dava açarak Apple’ı mahkemeye verdiler; sonuçta Aplle hatasını kabul etti ve kaybetti. İpod’ların pillerini değiştirmek için servis ağı kurdu, davacılara tazminat ödedi ve garanti süresini 2 yıla çıkardı.

 

Bu örnekleri çoğaltmamız mümkün; örneğin kullandığınız bilgisayar yazıcılarının hemen hepsinde sayaç vazifesi gören bir chip var. Bu sayede yazıcılar belli bir sayfa baskı yaptıktan sonra kilitleniyor; eğer sayacı sıfırlayan bir programa sahipseniz müdahale edip yolunuza devam edebiliyorsunuz ama bilmiyorsanız gidip yenisini satın alıyorsunuz. İşte siz de kasıtlı eskitmenin milyarlarca kurbanından biri oldunuz.

Veya otomobiller… Milyarlara aldığımız otomobiller on sene sonra çöpe gidiyor, tamponuna dokunsanız kırılıyor, kapı kolu elinizde kalıyor niye acaba?

 

Temelde, kasıtlı eskitme Batı dünyasının ekonomik büyümesinin kökenini oluşturmuştur. Aslında hepimiz kredi ile borç batağına sürüklenip, hiç de ihtiyacımız olmayan ürünleri satın alarak kasıtlı eskitmenin kurbanları arasında yerimizi alıyoruz. Türkiye ile batı dünyası arasındaki tek fark, batı toplumları mağduriyetlerini ipod örneğinde olduğu gibi örgütlenerek mahkemeler vasıtası ile arayabiliyorlar. Bu tarz bir hak arama yöntemi ve sonuçta davanın tüketiciler lehine sonuçlanması riski, sanayicileri Türkiye gibi kim kime, dum duma ülkeleri cennet haline getirdi. Aynı tür bir davanın Türkiye’de kazanma şansı var mıydı? Düşüncesi bile komik…

 

İRONİK BİR SİMGE: AMPUL

Phoebus Karteli ile dünya kasıtlı eskitme ile tanıştı. Kasıtlı eskitmenin atalarının ampul üreticileri ve dolayısı ile simgelerinin de ampul olduğu düşünülürse günümüz Türkiye’sinin içinde bulunduğu ironi de açığa çıkıyor.

Hepimiz, alışveriş merkezlerinde ihtiyacımız olmayan ürünleri satın alarak bir sonraki ay ödeyeceğimiz borç için çalışıyoruz.

Satın aldığımız şeylerin birçoğunu biz üretmiyoruz; artık otumuz, samanımız bile ithal…

Anlaşılan Phoebus Karteli 1924 yılında, kurulduktan tam 77 yıl sonra Türkiye’de şube açmış…