Bazı okurlarıma göre, Gezmiş ve arkadaşlarını mahkûm eden mahkeme askeri mahkeme olduğu için emirle karar vermişti, “çocukların” tek suçu “yurtsever” olmalarıydı falan...
Deniz Gezmiş efsanesinin oluşmasında bu siyasi söylem temel bir işleve sahip olduğundan mesele önemlidir.
Fakat hukuki durum böyle değildir.
Meclis zabıtlarından
10 Mart 1972 günü Meclis’te yapılan görüşmede idamlara karşı çıkan CHP milletvekili Mevlüt Ocakçıoğlu’nun uzun “muhalefet” şerhi bu siyasi görüşün veciz bir ifadesidir, özetle:
“Bu delikanlılar Amerikalıları kaçırdılar, fakat çağrıya uydular, en iyi muameleyi yaptılar, öldürmediler ve ailelerine iade ettiler. Bunlar polis öldürmek istemediler, maksatları kendilerine (karşı) bir taraf olarak hareket eden ve işkence ettiren hükümete karşı bir uyarı olarak polis kulübesinin tabanına kurşun sıktılar. Bu insanlar bankalardaki paraları aldılar, soydular, ancak nefislerine kullanmak için değil, banka kredileri yolsuzluğunu ve kitabına uydurularak yapılan soygunları protesto ve bu paraları içtimai ve idari düzensizlikleri düzene koymak için soydular, müdafaaları bu.” (Tutanaklar, cilt 23, s. 111-112)
Bugün Deniz Gezmiş yanlıları sanırım bu satırları alkışlayacaktır. Fakat...
Hukuk ne diyor?
Gezmiş ve arkadaşları legal parti kurmamışlardı, silahlı devrim yapmak için “Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu” adlı yasadışı örgütü kurarak silahlı eylemler yapmışlardı. Bu eylemleri yaparken “niyet”leri evet, yurtseverlikti... Fakat hukuk “niyet”e bakmaz, eylemdeki “kast”ın ne olduğuna bakar. Çok basit bir örnekle, fakirlere dağıtmak “niyet”iyle zengin evini soymak suçtur, çünkü yapılan hareketteki “kasıt” , soygun eylemidir.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının eylemlerinde de hukuk “halkın kurtuluşu, emperyalizmle mücadele” gibi soyut niyetleri değil, yasadışı örgüt kurma ve silahlı eylem gibi somut unsurlara bakar.
Evet mahkeme, idam yerine takdiren başka cezalar verebilirdi ama o zamanki içtihatlara göre sivil mahkemelerde de bu tür örgüt ve eylemler “anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs” sayılıyor, ona göre mahkûmiyetler veriliyordu.
Siyasi hata
Gezmiş’lerin idamında sorun, siyasidir, Meclis’in bu idamları onaylayarak bir faciaya imza atmış olmasıdır. O zaman sanılıyordu ki, idamlar yaygınlaşmakta olan silahlı örgütleri ve eylemleri caydıracaktır... Meclis tutanaklarında bu inanış açıkça görülür. Fakat öyle olmamış, aksine idamlar terörü provoke etmiştir; yaşayarak öğrendik bunu.
Dün Oral Çalışlar telefon etti; 10 Mart’ta Meclis’te yapılan Gezmiş’lerin idam oylamasına evet Türkeş’in katılmadığını ama 24 Nisan’da ikinci oylama yapıldığını ve Türkeş’in katılarak kabul oyu verdiğini söyledi. Tutanaklara baktım doğru, ikinci oylamada Türkeş kabul oyu vermiş. Bölükbaşı ve Erbakan gibi isimler ikinci oylamaya da katılmamış. Bu bilgiyi okurlarıma sunuyorum.
10 Mart’la 24 Nisan arasında geçen bir buçuk ay içinde Türkeş’in sağdan ağır bir kamuoyu baskısı altında kaldığını düşünüyorum. O zaman CHP’nin de yarısı idamlara evet oyu vermişti.
Silah romantizmi!
Bugün belli bir kesimde Che efsanesi gibi bir Deniz Gezmiş efsanesi var, romantize ediliyor. Halbuki sağ için de sol için de “dava uğruna ölmek” tutkusundan sakınmak gerekir. Deniz’in “niyet”i idealize edilirken, seçtiği silahlı eylem yolunun yanlış olduğu yeni nesillere anlatılmalıdır. Deniz Gezmiş olayının bu yönü hakkında Hasan Cemal’in “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” adlı eserini önemle tavsiye ederim.
Sağda ve solda “dava uğruna” ölmüş ve öldürülmüş gençlerin tutkularına saygı duyalım ama “eylem”lerinin yanlış olduğunu da belirtelim.(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)