İKİ: İşin “zamanlama kurnazlığı” bölümünü bir tarafa bırakırsak Deniz Feneri şüphelilerinin tahliye edilmeleri iyi olmuştur. Şüpheliler üç yıldır bir yere kaçmıyorlardı, her istenildiğinde güvenlik güçleriyle işbirliği yapıyorlardı, kendilerini yargıya emanet etmişlerdi. Buna rağmen tutuklanmış olmaları yanlıştı.
ÜÇ: Bizde “tutuklama” uzun bir süredir “esas” haline gelmiş durumda. Deniz Feneri şüphelileri de bu esasın dışında tutulmadı. Tutuklunun tahliye edilmesi, beraat etmesi anlamına gelmez. Deniz Feneri şüphelilerinin yargılanmasına devam edilecek... Fakat bizde tutuklama cezalandırmaya dönüştürüldüğü için, tahliye de beraat gibi algılanıyor.
DÖRT: Seçilmiş milletvekillerinin bile tutukluluk halleri devam ederken, başka davalardan birçok kişi şunca zamandır içerideyken, üç yılı aşkın bir süredir tutuklu olanlar hapislerde çürürken... Hızlı tahliye sürecinin sadece Deniz Feneri tutukluları için söz konusu olması, vicdanları yaralamıştır.
BEŞ: Şimdi söylenmesi gereken “Onlar da tutuklu kalsın / bunlar da tutuklu kalsın” cümlesi değildir. Söylenmesi gereken “Onlar da tahliye olsun / bunlar da tahliye olsun” cümlesidir... Deniz Feneri tutukluları için yapılan doğru uygulama, başka tutuklular için geçerli olmazsa, adalete olan güven sarsılır. Kokuşma ve yozlaşma alır başını gider.
Cevabını arayan sorular
- PKK’nın Çukurca’yı hedef aldığı ortadayken Kekliktepe’ye savunması güçlü olmayan bir üs nasıl kuruldu?
- Çatışma ortasında askerlerin cephanesinin bitmesi ve tam sekiz saat boyunca bu askerlere yardım ulaşmaması ne anlama geliyor?
- Sekiz ayrı noktaya aynı anda, koordineli bir şekilde yapılan saldırılar, bunca istihbarat gücüne karşın nasıl oluyor da haber alınamıyor?
- İnsansız hava araçları kötü hava koşullarında uçamıyorsa, neden kötü hava koşulları için başka çözümler bulunamıyor?
- 250 PKK’lı ellerinde el bombaları, havan topları ve roketatarlarla sınırdan geçip şehir merkezine kadar nasıl sorunsuzca gelebildi?
- Hakkâri şehir merkezinin yakınlarındaki PKK üssü olarak bilinen “Kavaklı Kampı” nasıl oluyor da varlığını koruyabiliyor?
- Saldırganlar nasıl oluyor da hiç zayiat vermeden kaçmayı başarıyorlar?
- Profesyonel ordu nerede? Mesleği askerlik olmayanların bu mücadelede kullanılması daha ne kadar sürecek?
- Uzmanlar kaçakçılık için yapılmış baraka gibi karakolların yerine uygun karakolların yapılmasını söyledikleri halde neden bu konuda adım atılmıyor?
Yok Kaddafi’den farkları
- Kaddafi barbar bir adamdı ama onu linç edenler de az barbar değil.
- Kaddafi ikiyüzlü herifin tekiydi ama daha dün onunla omuz omuza fotoğraf çektiren Batılı liderler de az ikiyüzlü değil.
- Kaddafi manyağın tekiydi ama onun cesedini sokaklarda sürükleyenler de az manyak değil.
- Kaddafi namertti ama teslim bayrağını çektiği halde onu öldürenler de az namert değil.
- Kaddafi psikopattı ama onu tekme tokat linç ederken tekbir getirenler de az psikopat değil.
Sansür mü, özgürlük mü?
- SANSÜR: Şehir efsanelerini büyütür. ÖZGÜRLÜK: Gerçeklerin er meydanına çıkmasına yol açar.
- SANSÜR: Gerçeklerden kaçıldığı izlenimi verir. ÖZGÜRLÜK: Terör örgütünü bile kamu önünde hesap vermeye iter.
- SANSÜR: Sansürü baştan kabul etmiş yayın organlarının etki gücünü sıfıra yakın hale getirir. ÖZGÜRLÜK: Sözün gücünü artırır.
- SANSÜR: Yanlış bilgilerin dolaşıma sokulmasına yol açar. ÖZGÜRLÜK: Doğru bilgiyle yanlış yapılmasına engel olur.
- SANSÜR: Denenmiştir ama başarılı olmamıştır. ÖZGÜRLÜK: Henüz sonuçları ortaya çıkmamıştır.
- SANSÜR: Düşmanın bile tanınmamasına yol açar. ÖZGÜRLÜK: Sınırsız bilgiyle ortak tepkiyi geliştirmeye yol açar.
- SANSÜR: Doğru ya da yanlış tek ses anlamına gelir. ÖZGÜRLÜK: Doğru ya da yanlış bin ses anlamına gelir.
- SANSÜR: Saklanılacak bir şey var izlenimi doğurur. ÖZGÜRLÜK: Saklanılacak bir şey yok izlenimi doğurur.
Boğaziçi mezunlarından Celâl Şengör’e yanıt
CELÂL Şengör Hoca’nın Türk üniversite sistemine, özellikle de Boğaziçi Üniversitesi’ne yönelik eleştirisini yayınlamıştım.
Bu eleştirilere Boğaziçi Üniversitesi mensuplarından çok sayıda itiraz geldi.
Hepsinin adına Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’nden gelen yanıtı, birazcık kısaltarak yayınlıyorum:
* * *
Sayın Ahmet Hakan...
Geçen hafta, sık sık öngördüğü depremler meydana gelmeyince, alan değiştirip kendini hatırlatmak isteyen bir Celâl Şengör salvosunu yayımladınız. Beyefendi, Boğaziçi Üniversitesi’ne verip veriştirmiş.
Biz mezunlar olarak etiketimizi sever, sayar ve önemseriz. Bu yüzden bu konuda konuşma hakkımız olduğunu düşünüyorum.
Celâl Şengör, malumunuz medyatik akademisyenlerden. TV programlarından ve gazetelerde gözükmeyi seven, biyografisinden anlaşıldığı kadarıyla kendini diğerlerinden “ayrıştırmaya” çalışan, aşırı elitist ama bu iddianın altını papyon takmak haricinde doldurmakta zorlanan biri. Yazdığı birçok makale, kitap ve denemeye karşın onca ödül, onurlandırma vs. sahibi de olduğu gözükmüyor.
Bu yüzden biraz “kızgın” olabilir. Ve hatta İstanbul, deprem tehdidi altında olmasa, TV programlarına konuk edilmeyeceğini de fark edecek kadar eğitimli. Saldırganlığı kamuoyunca da biliniyor. Yani o saldırmayacaktı da, biz mi ona saldıracaktık?
Boğaziçi Üniversitesi bilimsel ve insani değerlere sadık kalarak, bireyin sadece kendi hayatı için değil, yaşadığı toplum için de faydalı bir kişi olabilmesine olanak tanıyan yapısını, tüm zorluklara karşın koruyabilmektedir.
Bu, başlı başına büyük bir başarıdır.
Bu nedenle de mezunları okullarına ve birbirlerine bağlıdırlar.
Karşısındakine her şartta saygılı ve muhabbetlidirler. Farklı olmak kolay değildir, farklı olanı da sevmek hiç de kolay değildir. Anlamak lazımdır.
Son olarak işaret etmek istediğimiz nokta ise tarafınıza ulaşmış bu metindeki üslup meselesidir.
Bir akademisyen, bilimsel üretim yaptığı kadar, kendi meslektaşlarına ve akademisyen olma yolunda ilerleyen genç bilim insanlarına tavrı, kişiliği ve üslubu ile örnek olmalıdır.
Bizler, Boğaziçi Üniversitesi Mezunları, her yönleri ile bize örnek olan Boğaziçili hocaların öğrencileriyiz. Bu nedenle onları sık sık saygıyla anarız. Böyle saldırılar da bizlere aslında onların ne kadar değerli olduklarını bir kez daha hatırlatmaktadır.
Boğaziçi Üniversitesi, öğrencileri, çalışanları, hocaları ve 45.000’in üzerindeki mezunu ile 148 yıllık bir çınar gibidir. Her yaprağı diğerinden farklı, ama her yaprağı bir ağaç gövdesinden ve onun yüzlerce kökünden beslenen bir çınar gibi. Bu çınar, ne fırtınalar, ne yıldırımlar, ne mücadeleler gördü. Ama 1863’den beri dimdik duruşunu ve heybetini hep korudu.
Boğaziçi, hep takdir ve gıpta edilen, koca bir Türkiye Çınarı olarak durmaya devam edecek.
Saygılarımızla.
Hakan Zihnioğlu.
Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) Yönetim Kurulu Başkanı.
Bir lügat paralama örneği
TARAF Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yasemin Çongar, Ankara’da Başbakan’ın medya yöneticileriyle yaptığı toplantıya katılmış, ardından da gayet güzel bir yazı yazmış.
Fakat yazının en başında yer alan “Ankara betimlemesi” dikkatlerden kaçacak gibi değil.
Şöyle diyor Yasemin Hanım:
“Ankara’da sarı sonbaharın kışa kışt deyip demini sürmek üzere geri döndüğünü haber veren pırıltılı bir sabah...”
Eğer Yasemin Çongar çok yakında bir romanla karşımıza çıkmayacaksa ve bu lügat paralama kabiliyeti sadece gazete köşesinde kendisini gösterecekse...
Yazık olacak, hem de çok yazık.