Gerek akademi dünyası, gerekse askerler Vietnam Savaşı’nı didik didik incelemiş ve ABD’nin olağanüstü askeri gücüne karşı neden savaşı kaybettiği üzerine sayılamayacak kadar çok kitap yazmıştı.
Ortak kanı, aslında ABD’nin çatışmaları kazandığı ama savaşı kaybettiği noktasında birleşiyordu.
ABD, Tet Saldırısı’nda bile askeri açıdan başarılıydı ama gerek kendi kamuoyunda, gerek dünya kamuoyunda yenik kabul edildi.
Kamuoyu öyle terse döndü ki, Amerika savaşı sürdürecek gücü bulamadı.
Aradan yıllar geçti, önce Irak’ta, ardından Afganistan’da savaşlara girdi ABD.
Bugün Colin Powell doktrininden, David Petraeus doktrininden söz ediliyor gerek Pentagon’da, gerek bu konuyla ilgilenen akademi dünyası arasında.
Vietnam’dan Afganistan’a uzanan savaş yelpazesinde ben diyeyim yüzlerce, siz deyin binlerce kitap yazıldı.
Hataların nerede yattığı sorgulandı, başarıların sırrı araştırıldı.
Sonuç ortada...
Amerika bedel ödese de kazanıyor.
Türkiye 30 yılı aşkındır bir iç çatışma ortamında yaşıyor.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un övünerek anlattığı üzere çok sayıda subay ve astsubay doktora ve master çalışması yapıyor.
Gelin görün ki, TESEV için Kürt meselesi üzerine bir araştırma yapan Cengiz Çandar, çalışmasını Türkiyeli gazetecilerin kitaplarıyla Amerikalı düşünce kuruluşlarının yayınlarına bağlamak zorunda kalıyor.
Çünkü subaylarımız, en önemli gündem terörle mücadele yerine iktisat, hukuk, uluslararası ilişkiler gibi konuları tercih ediyor.
Yazan da Osman Pamukoğlu gibi, kendi kişisel başarısını öne çıkarma iddiasında anılar kaleme alıyor.
Aynı şekilde, düne kadar askeri vesayet altında olan akademi dünyası Kürt meselesine ve terörle mücadele üzerine çalışmaktan emir-komuta zinciri içinde sakınıyor.
Konuya İsmail Beşikçi gibi bilimsel ve ciddi olarak yaklaşanların başına geleni gördüğünden olsa gerek, daha çok hamasi çalışmalar yapmakla yetiniyor.
Yani Türk Silahlı Kuvvetleri, önünde bilimsel bir veri, araştırma olmadan bir mücadele yürütüyor.
Silahlı Kuvvetler arasında Fenerbahçe kıyısında lüks lojman, orgeneralle tümgeneral arasında bile fark yaratan bir orduevi ve yaz kampı uygulaması, OYAK kaynaklarıyla sağlanan bir kast ortaya çıkmış durumda.
Generaller arasında bile rahatsızlık yaratan bu tablonun dalga dalga nasıl aşağı yayıldığını siz düşünün.
Bunun sonucu, Hakkari’de katırlarla roket getiren PKK militanlarını görüp kılını kımıldatmayan bir komuta kademesi oluyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri açıkça görmek gerekir ki, sayıca çoğunluğuna ve NATO desteğine rağmen, kaliteli ve savaşçı bir ordu olmanın çok gerisinde bir yapı olduğunu ortaya koyuyor.
Bizim yıllarca çatışma ortamının ardından mükemmel hale geldiğini ve başarılara imza attığını düşündüğümüz Silahlı Kuvvetler’in aslında 1990’ların işkence, yargısız infaz yöntemleriyle, ABD yönetiminin Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etmesi sayesinde bir forsu olduğu anlaşılıyor.
İç siyasetle bu kadar uğraşan, mesaisini PKK ile mücadele yerine hükümeti devirmek amaçlı haber siteleri kurmakla geçiren, kendi uçağını düşürmeyi planlayan bir ordunun başka bir noktaya gelmesi de düşünülemez.
Ama görmeleri gereken bir gerçek var.
Artık ölen Mehmetçikler, Yemen’de, Çanakkale’de olduğu gibi hesabı sorulmayan köylüler değil.
Kimse, Enver Paşa’nın Sarıkamış’ta donarak ölen askerler için dediği gibi ‘’Nasılsa öleceklerdi’’ diyemez.
Bu gençler kentli bireyler, koyun gütmeyi değil, dünyanın bir parçası olmayı amaçlayan gençler..
Kendinizi toparlamazsanız, gençleri öğüten bu çatışmada cepheye sürecek asker bulamayabilirsiniz. Bedelli için niye bu kadar kıyamet kopuyor görmüyor musunuz?
Kendiniz kitap yazmıyorsunuz, Amerikalılar’ın Vietnam üzerine yazdıklarını okuyun bari.