“27 Mayıs çok kötüydü” diyorsun...

Hemen başlıyorlar:
-  İyi ama peki ya Menderes’in hataları...
-  İyi ama peki ya tahkikat komisyonları...
-  İyi ama peki ya gazetecilerin hapislere doldurulması...
-  İyi ama peki ya “odunu koysam seçtiririm” küstahlığı...
-  İyi ama peki ya “siz isterseniz odunu bile seçtirirsiniz” demeci...
* * *
“12 Mart çok kötüydü” diyorsun...
Hemen başlıyorlar:
-  İyi ama peki ya komünist darbe tehlikesi...
-  İyi ama peki ya özgürlüklerin istismarı...
-  İyi ama peki ya Demirel’in yüreksizliği...
-  İyi ama peki ya ordu içindeki darbeci kanat...
-  İyi ama ya sol örgütlerin ortalığı karıştırması...
* * *
“12 Eylül çok kötüydü” diyorsun...
Hemen başlıyorlar:
-  İyi ama peki ya cenazelerde bile el sıkışmayan liderler...
-  İyi ama peki ya sokakların kan gölü olması...
-  İyi ama peki ya ekonominin içler acısı durumu...
-  İyi ama peki ya toplumun sağcı solcu diye ikiye ayrılması...
-  İyi ama peki ya polisin bile ikiye ayrılması...
* * *
“28 Şubat çok kötüydü” diyorsun...
Hemen başlıyorlar:
-  İyi ama peki ya Taksim’e cami projesi...
-  İyi ama peki ya Başbakanlıkta tarikat şeyhlerine verilen iftar...
-  İyi ama peki ya dönemin hükümetinin bildirinin altına imza atması...
-  İyi ama peki ya karayoluyla hac olayı...
-  İyi ama peki ya Kaddafi’nin çadırı...
* * *
Bu mazeretçiler için beş maddelik “Üzerinde Anlaşmamız Gereken Asgari Medeniyet Hükümleri Beyannamesi” hazırladım.
Takdim ediyorum:
BİR: Sivil yönetimler affedilmez hatalar yaptıklarında bile “kurtar bizi paşa baba” denmez, denemez.
İKİ: Paşa babaların hiçbir şart altında “kurtarıcılık” diye nitelendirebileceğimiz bir vazifeleri ya da misyonları yoktur, olamaz.
ÜÇ: Sivil yönetimlerin yaptıkları hatalarla yüreklice hesaplaşmak varken paşa babaların arkasına saklanmak delikanlılığa sığmaz.
DÖRT: Paşa babaların, gerektiğinde ya da gerekmediğinde düdüğü çalıp oyunu tatil etme hakları yoktur. Hakem değillerdir kendileri...
BEŞ: Paşa babaların gerektiğinde müdahale edebildiği ve “kurtarıcı” görüldüğü hiçbir toplum ilelebet çocukluktan kurtulamaz, yetişkin olamaz.

Sinema oyuncularına dışarıdan yedi tavsiye

BİR: Rol aldığınız filmlerden birinci derecede sorumlu olmadığınıza göre rol aldığınız her filmden sonra “mükemmel bir film oldu” demekten vazgeçiniz.
İKİ: Sonucunu beğenmediğiniz filmlerin ardından “çekimlerde çok eğlendik” türü açıklamalar yapmayınız, saptırmanız fark edilebilir.
ÜÇ: Filminde oynadığınız her yönetmene “Fellini mübarek” yaklaşımında bulunmak zorunda değilsiniz.
DÖRT: Klişelerden kaçınmak için “dizi oyunculuğunu küçümsemek / sinema oyunculuğunu yüceltmek” tutumunu terk ediniz. 
BEŞ: Hollywood’a açılmadan Hollywood’a açılmış gibi yapmayınız. Artık âlemde çok uyanık var, numaranız anında çakılıyor.
ALTI: Usta bir oyuncunun karşısında oynamak “döktürmek” için yeterli değildir. Mühim olan usta olmayan bir oyuncunun karşısında da döktürebilmektir.
YEDİ: Bir oyuncu her zaman harika bir performans sergilemez. Arada sırada “Falanca filmimde feci oynamışım yahu” türü demeçler attırınız.

Beyrut müdafaası

TİMUR Göksel hem Ortadoğu’da dönen dolapları, hem de Beyrut’u en iyi bilen Türklerdendir.
Beş yıl önce Beyrut’a gittiğimde sayesinde Beyrut’u pek sevmiştim.
Son gezimizde buluşmak nasip olmadı ve ben Beyrut’u hiç sevmedim.
Kısacık bir mesaj yazmış.
Bir nevi “Beyrut müdafaası” sayılabilecek mesajı okudum ve kendisine hak verdim.
Şöyle diyor Timur Göksel:
* * *
“Yazdıkların çok doğru ama sushi yemeye Beyrut’a gelinir mi?
Sizi Beyrut’ta 50 Lübnan lokantasına gönderirim ama ‘Abdel Wahab’ denilen Körfez Araplarına hitap eden turist kazıkçısı yere göndermek aklımın ucundan bile geçmez.
‘Buddha Bar’ı kim buldu, kim önerdi?
Şimdi onun çok ötesinde nice yerler var Beyrut’ta...
Merak ettim, sizin programı turist acentesi mi yaptı?
İstanbul gibi bir şehirden gelen insanın Byblos’ta ne işi var?
Netice olarak üzüldüm. Keşke görüşebilseydik.”

Ortak yanları

-  Burcu Esmersoy da Melih Gökçek de “herkes” yerine “herkez” yazıyor.
-  Kadir Topbaş da Mazhar Alanson da laleleri pek seviyor.
-  Fazıl Say da Tarık Akan da “laikliğin antipatik yorumu” noktasında buluşuyor.
-  Azimet Köylüoğlu da Rıza Silahlıpoda da “neredeler yahu” dedirtiyor.
-  Neyzen Tevfik de, Ömer Hayyam da iktidar muhaliflerinin ideolojik malzemesi durumunda...
-  Cahit Aral da, İdris Naim Şahin de “zararlı” denilen şeye “zararsız” diyor.

Bir buluşma noktası

BİR taraf şöyle diyor:
Çok şükür bugünü de gördük... Kenan Evren yargılanıyor. Sevinin küçükler, övünün büyükler... En büyük bayram bugün... Yargılanamaz diyordunuz, ne oldu? Ha ha ha.
* * *
Bir taraf da şöyle diyor:
Alayı tiyatro... Alayı mizansen... Ne sevineceğim? Hem copluyorsun, gaz sıkıyorsun, hem de 12 Eylül’ü yargılıyorsun. Sen kimi kandırıyorsun? Bir buluşma noktası olamaz mı?
-  Mesela “çok şükür” diyenler: “Koca 12 Eylül, sadece Kenan Evren üzerinden yargılanamaz. Sevinelim ama yetinmeyelim. Fazlasını isteyelim” deseler...
-  Mesela “alayı tiyatro” diyenler: “Bu da bir şeydir. Hem de önemli bir şeydir. Darbelerle dolu tarihimizde ilk kez darbe yapan biri yargılanıyor. Bu kadar da kayıtsız kalmayalım” deseler.
Olmaz mı? Olamaz mı?

Üç boyutlu ‘Titanic’ hiç de dandik değil

GÖZÜMDE büyütmedim.
Üç boyut olayına özel bir önem atfetmedim.
Gösterime girdiğinde sinema salonunda seyredemediğim filmi seyretmek yetip de artacaktı bana...
Üç boyut falan hikâyeydi.
Beklenti çıtasını alabildiğine düşürmüştüm yani...
İşte bu yaklaşımla kuruldum sinema salonundaki koltuğuma...
* * *
Ne yalan söyleyeyim:
“Üç boyutlu Titanic” hiç de hikâye falan değilmiş.
Artık nasıl bir teknik uygulandıysa sanki “üç boyut” için yeniden çekmişler filmi...
Hepimizin makaraya almaktan bile sıkıldığı “geminin en ucunda kolları açıp gözleri kapatma” sahnesi bile üç boyut ile bambaşka bir anlam kazanmış durumdaydı.
Devreye giren bilgisayar teknolojisi, kendisini fazlaca hissettirmiyordu.
Renkler canlıydı, derinlikler yerli yerindeydi.
Ve hepsinden önemlisi insana kendisini Titanic adlı geminin içindeymiş hissi veriyordu. Ben tuttum bu işi...
* * *
Fakat durun bir dakika!
Koca sinema salonunda benimle birlikte toplam sekiz kişi vardı. Bu da benimle aynı kafada olanların azınlıkta kaldığına işaret ediyor gibi...

(Hürriyet)