Hukuken olmasa da toplumun her alanında ayrımcılık ve dışlamanın olduğu bilinen bir gerçek. Zaten bunu inkar eden de yok. Bırakın inkar etmeyi,  bunu alenen isteyenler de var. Yaklaşık ondört yıl Overijssel Ayrımcılıkla Mücadele Bürosu (eski adı ADB yeni adı ART1) yönetim kurulu üyeliği yapmış birisi olarak söylüyorum bunu, varsayıma dayanarak değil. Ancak bu yazıda ne ayrımcılığa ne de dışlamaya değineceğim. Bu sefer kendimize dokunmak maksadım.


Ayrımcılıkla söze başlamamın sebebi çoğu zaman kendi beceriksizliğimizin faturasını da ayrımcılığa çıkarmaya çalışmamızdır. Elimizi attığımız her işi yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz, ondan sonra suçu başkalarında arıyoruz.  Çok kolay yerine getirilebilecek sorumlulukları bile yerine getirmeme hoyratlığı içindeyken başkalarını suçlamakla vijdanımızı rahatlatıyoruz. Bu tavır ferdi olsa ne ala, kurumlarımız da aynı havada. Burada bizden kastım sadece Türkler değildir, biz aynı zamanda diğer Hollanda kökenli olmayanları da ihtiva eder. Özellikle de Müslümanları.


Mesela şu yılan hikayesine dönen radyo ve televizyon yayın haklarına bir bakalım. Katolikler, Protestanlar, Hümanistler, Yahudiler, Hindular ve daha bir çok dini grubun olduğu gibi Müslümanların da devlet destekli yayın yapma hakkı vardır. Bu bağlamda da 80’li yıllarda İslam Yayın Kurumu (IOS) kurulmuştur. Beceriksiz yöneticiler yüzünden IOS zamanla büyük kavgalarla yayın hayatına son vermiştir. Beceriksizlik sadece yönetici ve idarecilerle sınırlı kalmamıştır. Bu yöneticileri atayan dini kurumlar da, müdahale etmemek ve hatta ısrarla beceriksiz ve ehliyetsiz yöneticileri kurumda tutmak suretiyle laçkalığa çanak tutmuşlardır. Daha sonra Hollanda Müslüman Yayın Kurumu (NMO) kurulmuş ve bu kurum IOS’tekileri bile sollayarak kısa zamanda tarih olmuştur. Son olarak da Hollanda İslami Yayın Kurumu (NIO) kurulmuş ve bunun da ömrü kısa süreli olmuştur. Basiretsiz yöneticilerin ihtiras ve egoları kurumun önüne geçince felaket kaçınılmaz olmuştur.  Basit bir kanarya kulübünün idaresini bile yapamayak şahıslar yönetici yapılınca kendilerini bir şey sanıp horozlanmaya başladılar. Cahil cesaretinin bir çok cahilin bir arada olması durumunda nelere yol açabileceğini hep birlikte gördük.  Şu sıralar yeni bir yayın kurumu kurma çalışmaları kulağımıza gelmekte, ancak hala aynı hatalarda ısrar edildiği kulaklara çalınmakta.İnşallah yanılırım. Yanılmış olmayı da canı gönülden istiyorum.  İyi bir yönetici profili hazırlayıp, atanacak yöneticileri bu profile göre belirlemek en doğru yol olacaktır. Aksi takdirde çoğu zaman olduğu gibi birilerine makam tahsisinden başka bir şey olmayacaktır.


Aynı durum çok kısa zaman öncesine kadar İslam okulları için de geçerliydi. Okulun eğitim bütçesini  kendi kişisel yatırımları için kullanan idareciler, okulda çalışmadığı halde maaş alan eş, dostlar, eğitimle ilgili hiç bir bilgisi olmayan,  daha da kötüsü Hollandaca bilmeyen yöneticiler sık sık karşılaştığımız durumlardı. Neyse ki son yıllarda İslam okulları ile ilgili ciddi düzelmeler  var. Hem yönetim hem de muhteva bakımından bu durum böyle. Ümidimiz bunun daim olması.

Hele hele halktan oy alarak (belediye) meclislerine giren bazı politikacılara ne demeli?  Bir Türk meclis üyesi bir senede 4


Çağımızda sivil toplum örgütlerinin üçüncü sektör olarak görülmeleri, toplumun organizeli olması, taleplerini daha etkin bir şekilde dile getirmesi ancak bu sivil mekanizmaların güçlü ve amacına uygun hareket etmesiyle mümkün olacaktır. Ama ne acıdır ki, Hollanda’daki Türk sivil toplum örgütleri üzerine yapılan ve yapılmakta olan tartışmalar dedikodu seviyesini aşamamıştır. Son aylarda yapılan bir takım çıkışlar, yukarıdaki iddia ve tezleri, yani sivil toplum örgütlerinin içeriği ve kalitesini tartışma yerine, adeta Hollanda Türk toplumu adına söz söylemeyi marifet sayma yarışını hatırlatmaktadır. Oysa Hollanda Türk sivil toplum örgütlerinin yapısı ve günümüz şartlarına göre şekillenmesi üzerine yapılmış araştırmalar ve tartışma sonuçları mevcuttur. Yapılacak iş, bu verilerden hareketle STK’ların üyelerine ve topluma daha faydalı olabilmelerinin tartışmasının başlamasıdır. Gerekirse yeni oluşumlara, genç kuruluşlara imkan sağlanmalı ve alan açılmalıdır.

 

Türkiye’nin potansiyeli

28 Ekim tarihinde, Hollanda’nın Eindhoven kentinde bir grup Türk akademisyen öncülüğü ve UETD Hollanda’nın desteğiyle çok önemli bir etkinlik gerçekleşecek: Türkiye’nin ekonomik ve akademik potansiyelini ortaya çıkarma konferansı. Beyin göçüyle direk ilgisi olan bu konferansın organize edilmesi şu şekilde açıklanmakta: “
son yıllarda dünya ekonomileri ve firmaları iki büyük temel zorlukla karşı karşıyalar. Bunlar; büyüyebilecek yeni pazarlar ve fırsatlar bulma sorunu ve beyin gücü bulma ve elinde tutma sorunu. Bu iki büyük zorluğu aşabilmek için hükümetler, ulusararası firmalar ve akademik enstitüler yenilik, eğitim ve kültürel alanlarda sürekli bir işbirliği arayışı içerisindedirler. Konferansın amacı hükümet, uluslararası firma ve akademik enstitü temsilcilerini bir araya getirip, Türkiye ve Hollanda'nın sahip olduğu potensiyel iş ve eğitim gücünü ortaya çıkarabilmektir. İlgi duyanlara önemle tavsiye edilir.