Başlamadan bir noktanın altını kalın çizgilerle çizeyim ki, kafalar karışmasın. Bu yazıyı yazdıran bir savunma refleksi değil, zihinlerdeki önyargı ve bunun ortaya çıkardığı husumete işaret etmektir.  Altını çizmem gereken hususa gelince: Hiç bir cemaate ne üyeyim ne de öyle bir hedefim var. Zaten mizacım da buna uygun değil. Cemaat üyeliği belirli bir disiplin gerektirir. Kendi içinde bir hiyerarşisi vardır. Bu da çoğu zaman fertleri sınırlar. Benim böyle bir hiyerşi içinde kendimi rahat hissetmem mümkün değildir.


Cemaat üyesi değilim, ancak cemaat üyesi olanlara karşı da en ufak bir itirazım olamaz. Nitekim fertler kendilerini bir cemaate ait hissetmek isterlerse bu onların en tabii hakkıdır. Onları bu tercihlerinden dolayı yargılamak, küçümsemek, ötelemek, dışlamak, yaftalamak, suçlamak ve daha bilimum olumsuz fiile maruz bırakmak kimsenin haddi ve hakkı değildir. Benim itirazım ancak cemaat(ler)in başkalarının tercihlerine müdahale etmesi halinde olur. Ben nasıl başkalarının tercihine saygı duyuyorsam, başkaları da benim tercihime saygı duymalıdır. Benim kırmızı çizgim budur,  başka da bir şeye gerek yoktur.


Bu uzun girişten sonra, son zamanlardaki cemaatfobiye lafı getireceğim. Bilgili bilgisiz herkesin ağzında bir cemaat lafı. Her taşın altında cemaat arıyorlar. Tabii burada kast edilen Fethullah Gülen cemaatidir. Yaptıkları hizmetleri değersizleştirmek için olmadık iftiraya baş vuruluyor. Fethullah Gülen Hoca’nın Amerika’da ikamet ediyor olmasının asıl sebebi göz ardı edilip Amerikancılık  suçlaması yapılmaktadır. Dünyanın en ücra köşelerine gidip eğitim ve alt yapı hizmetleri yapmaları, sözde Amerikan çıkarları içinmiş. Bu ne Amerikaymış ki, namazında niyazında insanları, kimsenin aklına gelmeyen yerlere,  her türlü rahatı reddederek gitmeye ikna ediyor. Hatta onlara gittikleri yerlerde o ülkenin çocuklarına Türkçe öğretip, Türkçe şarkılar, dualar, şiirler söyletiyorlar. Bu durumda Amerikalılar kafayı hepten yemiş olmalılar.  


Cemaatten duyulan en büyük rahatsızlık tabii ki “kadrolaşma” alanındadır. Sanki cemaat mensupları ve sempatizanlarının bazı görevlere talip olması suçmuş gibi bir edayla saldırılar yapılmaktadır. Özellikle de onyıllarca kendilerini ülkenin tek hakimi sayan vesayetçi zihniyet yapmaktadır bunu. Ancak son yıllarda bu cenaha, bir de kendisini milliyetçi olarak addeden ama gerçekte ne idiğini kendisi bile bilmeyen, hiyeraşik yapıda en katı cemaatleri bile sollayan bir siyasi oluşum katıldı. Tabii onlarınki cemaat ve sempatizanlarından oy alamamalarından kaynaklanıyor, ellerinden iktidar nimeti alındığı için değil, zaten onlar hiç iktidar nimetine mazhar olmadılar.


Türkiye dahil tüm Orta Doğu toplumlarında her taşın altında bir komplo arama alışkanlığı her zaman olagelmiştir. Komplo yoksa bile varmış süsü vermekte de üstümüze yoktur. Bu günlerde yine güncel hale gelen 28 Şubat süreci bunun en açık örneğidir. Bir takım insan ve kurumlar kafalarında oluşturdukları ‘düşman’ı bin bir ‘plan’ın parçası haline getiriyorlar. Şayet beklenen tepki oluşmamışsa kendileri bir senaryo yazıp bir takım aktörleri de devreye sokarak hedeflerine doğru ilerlemeye çalışıyorlar. Daha olmadı toplumun % 10’una tekabül eden 6-7 milyon insanı fişlemekten de çekinmiyorlar. Kimin ne yiyip içtiğini, ne giydiğini, eşini, dostunu, girip çıktığı mekanları, ama her şeylerini, kafalarındaki vatandaş tanımına uymayan bir iz buluncaya kadar didikleyip kayıt altına aldılar. Bunu yaparken de hiç yüzleri kızarmıyor, tam aksine iyi bir iş yapmanın gururunu yaşıyorlar.


Cemaat fobisine tutulanların yukarıdaki fişlemere bir itirazı olmamıştı nedense. Çünkü kendi kafalarındaki vatandaş tanımı fişleme yapan vesayetçilerle aynıydı. Temel insan hak ve hürriyetleri ise sadece kendi tanımlarına uyan vatandaşlar içindi. Tanımın dışına çıkanlar ‘düşman’ oldukları için de bütün haklardan mahrum olmalıydılar. Cemaatfobi de bu zihniyetin  bir yansımasıdır. ‘Düşman’la mücadele etmek de her ‘gerçek vatandaş’ın görevidir ne de olsa!!!