Hollanda ile Türkiye arasında ilk diplomatik ilişki bundan tam 400 yıl önce 1612 yılında gerçekleşti. Bu amaçla İstanbul’a giden Cornelis Haga ilk etapta Kayserili Halil Paşa tarafından ağırlanmıştır. Ancak Sultan I. Ahmet’in huzuruna çıkması ancak Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinin araya girmesiyle mümkün olmuştur. Buna günümüzde torpil denmektedir. Aziz Mahmud Hüdayi de hiç hatırı kırılacak bir torpil değildir. Ne de olsa Hazretleri Sultan’ın şeyhidir.


400. Yıl kutlamaları çerçevesinde bu tarihi süreç çok farklı açılardan uzmanları tarafından yeterince irdelenecektir. Bu makalede, işin tarihi boyutunu uzmanlara bırakarak, gelecekle ilgili bir takım öngörülerimi paylaşma gayreti içine gireceğim. Tabii ki bunu yaparken tarihi ve güncel verileri esas alacağım. Ancak zaman zaman hayal gücümü de devreye sokup bir takım senaryolar ortaya koymaya çalışacağım.


400. Yılda 400 bin civarında Türkün yaşadığı Hollanda’da genel olarak durumumuzun bir çok açıdan pek iç açıcı olduğunu söylemek mümkün değil. Sosyal, ekonomik, kültürel ve dini hayatımızla ilgili bir takım sıkıntılar söz konusu. Her ne kadar ekonomik olarak bir orta sınıf oluşmaya başlamışsa da büyük bir çoğunluk dar gelirliler sınıfına dahildir. Sosyal olarak gittikçe içine kapanık bir grup olma yolunda ilerlemekteyiz. Eğitim alanında henüz orantılı bir gelişmeden bahsetmek mümkün değil. Dini  hayat ise önümüzdeki dönemde lojistik olarak büyük sıkıntılara gebedir. Bu listeyi daha da uzatmak mümkündür, ancak şimdilik bir toplum için en hayati alanlardaki duruma kısaca bir göz atmakla yetinelim.


Hollanda ile Türkiye ilişkilerine iki boyutta bakmak gerekir. Birincisi mevcut her ülkeyle olan diplomatik ilişkiler, ki kutladığımız 400. Yıl bununla alakalıdır. İkinci boyut ise Hollanda Türkleri boyutudur ve bunun tarihi henüz yarım asır bile değildir. Hal böyle olunca her iki durumu da kendi özelliklerinden yola çıkarak değerlendirmek mümkündür. Diplomatik ilişkiler bakımından gelinen durum Cornelis Haga’nın bizzat tecrübe ettiği durumun tam tersidir. Şimdilerde bir değişim yaşanıyor olsa da huzura çıkmak için bekleyen Hollandalı değil Türktür.  O tarihlerde Türkler (Osmanlı) dünyanın bir çok bölgesinde hatırı sayılır, lafı dinlenir bir güçken devran dönmüş, hatır matır kalmadığı gibi, daha düne kadar ikide bir azar işiten konumuna gelinmiştir. Cornelis Haga Padişah’tan Osmanlı hakimiyeti içindeki bölgelerde ticaret yapabilmek için bir “Ahidname” alma derdinde iken, şimdi Türkiye aşağı yukarı aynı amaçla AB’ye girebilmek için ter dökmektedir.


Her ne kadar bizler 500. Yılı idrak edemeyecek olsak da, geleceğe bir göz atmaktan kimse bizi alıkoyamaz. Dolayısıyle hayal dünyamızı devreye sokup bir senaryo oluşturacak olursak şunu görmemiz muhtemeldir: Dünyada etnik bölünmeler son bulmuş ve bir çok ittifak ortaya çıkmıştır. İttifaklar belirli bir coğrafi bölgeyi aşmış, kıtalararası bir konuma gelmiştir. Türkiye hem nüfusu hem de nüfuzu açısından Osmanlı’nın konumuna gelmişken Hollanda bir bütün içinde erimiş gitmiştir. Tarih kitaplarında, dünyada milliyetçilik terkedilirken, milliyetçi, hatta ırkçı söylemler üreten Wilders gibilerden ‘tarihi hata’ olarak bahsedilmektedir. Randstad’da Hollanda asıllılar gettolarda yaşarken taşrada sadece yerlilerin yaşadığı ‘rezervat’lar bile vardır.  Onlar artık birer kültürel miras olarak koruma altındadırlar ve yerli olmayanların oralarda ikamet etmesine izin verilmemektedir!


Ya biz Hollanda Türkleri ne alemde olacağız? Artık Hollanda Türklerinden ziyade Batı Avrupa Türklerinden bahsedilmektedir. Onlar iyice kurumlaşmış ve her alanda etkin konumdadırlar. Tarihi süreç içinde büyük zorluklarla tesis ettikleri kurumlara daha iyi sahip çıkmaktadırlar. Türkiye ile bağları kültürel ve ekonomik temellere dayanmaktadır. Zira ekonomik olarak, bütün Avrupa’nın da muzdarip olduğu gibi, oldukça zor durumdadırlar. Ancak Türkiye ile ticaret konusunda diğerlerinden daha avantajlı oldukları için durumları göreceli olarak daha iyidir. Türkçe günlük hayatta aile içinde pek kullanılmazken, gençler arasında oldukça yaygın bir dildir. Hatta gençler bir gün Türkiye’ye gidip orada yaşama hayali bile kurmaktadırlar. Ancak Türkiye’de hayat pahalı olduğu için ve iyi ücretli bir iş bulma konusunda sıkıntılı oldukları için bunu pek gerçekleştirememektedirler.  


Dini hayat ise bugün muhayyilemizi ne kadar zorlarsak zorlayalım bir türlü aklımıza getiremeyeceğimiz bir durumdadır. Dini örgütlenmeler yine etnik temele dayalıdır, ancak günümüzdeki gibi alt kimliklerden bahsetmek mümkün değildir. Tarikatlar kendi aralarında çoktan bir sentez oluşturmuş ve bütünleşmişlerdir. Dine dayalı siyaset çok marjinal bir konumdadır. 21. Yüzyıldaki dini yapılanmalar çoktan tarih olmuştur, ancak onların temelini attığı bir takım kurumlar yaşamaya devam etmektedirler. İbadethaneler mimari açıdan bir metamorfoz yaşamış olacak ve çok yönlü külliyelere dönüşeceklerdir. Ancak bunlar kendi yağında kavrulmak durumunda oldukları için pek fazla olmayacaktır.


İnsan, kendisi söz konusu olunca illa da iyimser olmak istiyor. Haliyle yukarıda öngörmüş olduğum durum da Türk toplumu açısından oldukça iyimser. Ancak mevcut potansiyeli dikkate alacak olursak, bunlar imkansız da sayılmazlar. Önemli olan potansiyeli azami düzeyde değerlendirip geleceğe umutla bakabilmektir. Nitekim karamsarlığın kimseye bir faydasının olmadığını biliyoruz.