Herkes merak içinde... Kiminle konuşsam lafa ‘Marmara’ ile giriyor, ‘Ne olacak’ diye devam ediyor sözlerine... Marmara Denizi’nden bahsediyorum... Marmara, su yüzeyini saran ve halkın ‘deniz salyası’ dediği ‘müsilaj’la boğuşuyor... Kovit salgını nedeniyle nasılki günlük konuşmalarda ‘filyasyon’, ‘entübe’ gibi tıbbi kelimeler bolca kullanılmaya başlandı ise ‘müsilaj’ kelimesi de öyle oldu... ‘Musilaj’ kelimesi TDK sözlüğünde yok... Türkçe’ye bir kelime olarak Fransızca ‘Musilage’, İngilizce ‘Mucilage’ veya İtalyanca ‘Musilage’den geçmiş... Kelimenin etimolojik kökeni ise geç Latince’den geliyor... ‘Mucilago’ yani çamur gibi koyu sıvı anlamında...
* * * *
Marmara, tüm çevresi bir ülke sınırları içinde kalan dünyadaki tek deniz... Yüzeyi 11 bin 350 kilometre kare... Adalarında bol miktarda mermer bulunması yüzünden bu isim verilmiş... Yunanca Marmaros, Mermer anlamına geliyor... Marmara’ya kıyısı olan yedi il İstanbul, Tekirdağ, Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Yalova ve İzmit... Vahim bir durum yaşanıyor... Marmara’nın sadece binde biri salya ile kaplı olsa 11 kilometrekarelik bir alan... Yani 11 milyon metrekare... Araştırmalarda, sadece deniz yüzeyinde ‘müsilaj’ değil, 15-20 metre derinliğe kadar jelimsi bir yapının olduğu söyleniyor...
* * * *
Gelişmeleri detaylı tekrara gerek yok... Alınan su örneklerinde bir litrede 0,8 milimetreküp oksijen ölçülmüş... Halbuki deniz içindeki yaşamsal faaliyet için alt sınırın 2 milimetreküp olduğu söyleniyor... Açıklamalara göre, oksijenin azalmasına ve musilaja neden olan iki şey azot ve fosfor yükleri... Sebebi de yıllardır denize akıtılmış yükler. Azot ve fosfor arıtılmadan gelen yükler ve bu yükler sonucu aşırı biyolojik üretim... Çözüm olarak karasal kaynaklı bu arıtılmamış atıkların derhal kesilmesi gösteriliyor...
* * * *
- York Şehir Üniversitesi’nden Prof. Andre Aciman, ‘Prost okumak insanı okumaktır’ diyor... Yalnız Fransa için değil dünya edebiyatının bir ustası olan Fransız yazar Marcel Proust’un şu sözünü hiç unutmamalıyız... ‘İnsan en çok kaçtığı şeyden asla kurtulamıyor...’ İşte bu bugün Marmara’da yaşanan şey yıllarca evsel ve sanayi atıklarını arıtmaktan kaçmanın bir sonucu... Proust’un dediği gibi bundan kaçış yok... Kurtuluş da yok... Şimdi acı gerçekle yüzleşiliyor... Her kaçılan gerçeğin altında bir başka gerçek daha var. O da gerçeğin sıkı bir takipçi olması... Sorun kaçtıkça kartopu gibi daha da büyüyor... Çevreyi kirletenler, kirletilmesine seyirci kalanlar aslında bugüne ve geleceğe ihanet ediyor...
* * * *
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Marmara için hazırladığı bir eylem planıyla harekete geçildi... Marmara’nın temizlenmesinin ne kadar süreceği sanırım çalışmalar ilerledikçe ortaya çıkacak... Şimdi artık ‘Ben demiştim’, ‘Ben söylemiştim’ zamanı değil... Hep beraber ‘Marmara’yı kurtarma’ zamanı... Ama bir yandan da çevre bilinci yüksek bir topluma doğru yol alınmalı... Çevre, doğa sevgisi aşılanmayan çocukların daha sonra doğayı ve çevreyi önemsemedikleri bir gerçek... Bu bilinci sonradan kazandırmak oldukça zor... Çevre bilinci yüksek çocuklar yetiştirmenin ailede okul öncesi ve okulda mümkün olduğunu söylüyor eğitimciler... Bu konuda da harekete geçilmeli...
* * * *
Belediyeler de görev bölgesinde yaşayanlara insan bir yaşam ortamı sağlamayı birinci görev addetmeli... Bunların başında ‘damacana su’ yerine musluklardan akan içilebilir temiz su sağlamak, ayrıştırılan katı atıkların enerjiye dönüşmesini sağlamak, gerçek biyolojik arıtma tesisleri yapıp çalıştırmak gibi görevler geliyor... Bunları görmezden gelmek, yapmamak için bahaneler bulmak, gerekçeler uydurmak, ya da sorunu erteleyip durmak başarısızlık karnesi olmalı belediye başkanları için... Alman yazar Johann Wolfgang von Goethe diyorki... ‘İnsanın yalnızca gerçeğin ne olduğunu bilmesi yeterli değildir, doğruyu yapması de gereklidir...’