Bu defaki yazım en kıymetli eserlerinde söz sahibi olduğumuz British Museum’daki ikinci sergiye, doğrudan Türkiye, Osmanlı Coğrafya’sı ile ilgili olan Troya Sergisi için olsun dedim. Müzenin anıtsal girişi daha önce hiç menşeini Anadolu’dan alan iki sergiye aynı anda ev sahipliği yaptı mı bilemedim.
Roma İmparatorluğu’ndan Ortaçağ’a, modern Avrupa ülkelerine kadar her zaman ve herkes tarafından ilgi ile karşılanan ve merak edilen bu sergi ziyadesiyle kıymetli ve görülmeye değer. Başta İtalyanlar olmak üzere Fransızlar, Avusturyalılar, İngilizler, Saksonlar, Normanlar, Gotlar, Vandallar, Vikingler dahi Troyalıların soyundan geldiklerini düşündüler. Çok tanrılı dinlerden uzaklaşmış ve Hristiyanlık inancını benimsemiş olmalarına rağmen Troya bağlantıları hep canlı kalır. Hatta Fatih Sultan Mehmet’in Papa 5. Nicholas’a İtalyanların ve Türklerin Troya kahramanı Aeneas’ın soyundan geldiklerini yazdığı ve papalığın bunu suni bir yaklaşım olduğu düşündüğü söylenir. Tüm bu akrabalık bağlantılarını efsaneden sıyırıp arkeolojik buluntularla ilintilendirmek de hayli zor.
Tarihi süreç içerisinde sanattan edebiyata, mimariden sinema sektörüne kadar etkide bulunduğu alanların tamamı analiz edilmiş ve ilgili örnekleriyle eserler bir araya getirilmiş. Güzel Helen’den gaddar ve vahşice savaşan Aşil’e, kahramanca çarpışan Hector’dan ülkesine dönme yolunda binbir zorluğu göze alan Odysseus’a…
Sergideki objeler için British Museum envanteri oldukça zengin zaten… Amforalar, heykeller, İlliad’a ait ilk örneklerinden kabul edilen el yazmaları, içki kapları ve mozaikler…
Sergi aslında farkındalık yaratmak, tartışmak, söyleşmek amacı taşıyor adeta. Zira serginin konsepti Troya kazılarında elde edilen buluntuları sergilemek değil ancak yüzyıllar boyunca hangi medeniyete ilham vermiş, merak edilmiş ve sanatçılara çalışma konusu olmuş… Öyle ki karanlık sergi salonunda ışıkla dikkat çektirilmeye çalışılan yaralı Aşil heykeli bile sadece 19. yüzyılın ortalarından.
Ya sergi boyunca devam eden galeri konuşmaları, akademik dersler, Troya şehrini, medeniyetini ve savaşını anlamaya ve kavramaya dönük çalışma grupları, küratörle buluşma ve söyleşiler, Troy’a dair efsaneler ve Homer masalları serisi.? Tüm bunlar hala Troya’yı anlamaya ve anlatmaya dönük hoş gayretler. Hele ki Michael Scott isimli akademisyen/yazarın söyleşileri…? Kendisi zaten antik üç şehrin, Kahire, Atina ve İstanbul’un gizemini ve görünmeyen/bilinmeyen zenginliklerini ortaya çıkarmaya çalışan bir antik çağcı İngiliz çılgın tarihçidir.
Sergiye gitmeden Hollywood yakışıklıların ve güzellerin yaptığı filmi seyretmiş olduğunuzu düşünerek daha gerçekçi ve belgesel tadındaki BBC için hazırlanan ‘Troya; Bir Şehrin Düşüşü’ isimli film serisini seyretmenizi tavsiye ederim.
Ocak ayının ikinci yarısı ve şubat ayı bu etkinliklerle dolu, mutlaka birkaçı yakalanmalıdır.
Dağılan Troya kentinden kaçanlar hangi medeniyetlerin kurulmasına öncülük ettiler bilinmez ama ben ‘bize rağmen bizden bir sergi’ diye düşündüm, ve daha Mart ayı sonuna kadar vaktiniz var gitmek için diyerek içinizi rahatlatmak isterim.