Üç yılı aşkındır Birleşik Krallık’ta, Avrupa Birliği’nden (AB) çıkışın nasıl olacağına ilişkin tartışmalar hız kesmeden devam ederken son haftalarda iş bağımsızlık tartışmalarına kadar geldi.
Üç yılı aşkın bir süredir İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’nın oluşturduğu Birleşik Krallık’ta, Avrupa Birliği’nden (AB) çıkışın nasıl olacağına ilişkin tartışmalar hız kesmeden devam etti. Son birkaç haftadır, bu tartışmalar, darbe girişimlerine, erken seçim ve hatta Birleşik Krallık’ı oluşturan ülkelerin bağımsızlık için kolları sıvamasına kadar geldi.
Halihazırda AB’nin ayrıcalıklı üyesi durumundaki Birleşik Krallık, 23 Haziran 2016’da yaptığı referandumla yüzde 52 ile AB’den ayrılmaya karar vermişti. Önce 2 yıllık bir süre tanındı. Bu iki yıllık süre içinde, AB’den hangi anlaşmalarla çıkılacağı konusunda bir karar alınamadı. AB’den ek süreler alındı ve son olarak 31 Ekim tarihine kadar süre verildi.
Dönemin Başbakanı Theresa May, Brüksel’e neredeyse evine gider gibi gitti geldi. Bir sonuç alamadı. Özel bir bakanlık oluşturuldu. Brexit Bakanlığı. Görev alan 3-5 ay sonra görevi bıraktı. Toplam süreçte onlarca bakan görevini bırakmak zorunda kaldı. Birleşik Krallık siyaset tarihinde, bu kadar kısa bir süre içinde, bu kadar bakan istifa etmemişti.
IRKÇI JOHNSON SAHAYA KENDİ GİBİ GİRDİ
Sadece bakanlar değil, Başbakan da istifa etmek zorunda kaldı. İktidardaki Muhafazakar Parti içinde bir liderlik yarışı başladı. Referandum döneminde, çıkış yanlısı olarak kampanya yapan ve propagandasında “AB, Türkiye’yi üye yapacak ve 80 milyon Türk ülkemizi istila edecek” diyen Osmanlı torunu Boris Johnson da liderlik için aday oldu ve kazandı.
Brexit tartışmalarına baş aşağı daldı. Birkaç görüşmeden sonra, AB’den anlaşma yapmadan ayrılmayı kararlaştırdı ve buna engel olan parlamentoyu da bir kenara bırakmak istiyordu. Tatildeki Kraliçeye 3 bakanını göndererek 9 Eylül – 14 Ekim tarihleri arasında parlamentoyu devre dışı bırakmak istediğini iletti. Böylelikle, muhalefetin engel olması söz konusu olmayacak ve istediği gibi çıkacaktı. Hatta AB’ye bir de kafa tutacaktı.
Henüz iki aylık başbakan olan Johnson, parlamentoda çoğunluğu olmasına rağmen, geçtiğimiz hafta başından itibaren çoğunluğu kaybetti. Önce bir milletvekili, parlamentoya darbe girişimini protesto ederek Liberal Demokratlara geçti. Johnson, “Parlamentoda yapılacak oylamalarda bana karşı oy kullananları ihraç ederim” diyerek tehdit etti. Hem darbe girişimi ve hem de tehditler 21 milletvekilinin kendisine karşı oy kullanmasına neden oldu. Bunlar partiden ihraç edildiler. En son olarak da kardeşi Jo, “Aileye bağlılığım ile ülke çıkarlarına bağlılığım arasında kaldım” diyerek, aslında abisine duyduğu öfke ile hem partiden hem bakanlığından ve hem de milletvekilliğinden istifa etti.
Başbakan Johnson, hâlâ tutumunda değişikliğe gitmedi. Anlaşmazsız Brexit’i önlemek için yasaya hazırlanan Lordlar Kaması kararını 9 Eylül günü açıklayacak. Ancak bu kararın Johnson’a karşı olacağından, erken seçim dayatmasında bulunuyor. Muhalefet, yasa çıkmadan seçime gitmek istemiyor.
SERMAYENİN BREXİT’İ İÇİN JOHNSON ‘BULUNMAZ HİNT KUMAŞI’
Birleşik Krallık mali sermayesi ve tekellerinin Brexit dolayısıyla daha milliyetçi-gerici bir hat izleyeceğini gösteriyor. Birleşik Krallık ve İngiliz devlet ve toplumunun geçirmekte olduğu değişim sürecini belirginleştirmesi açısından da çarpıcı. Nitekim Johnson’un son hamlesi, gerektiğinde liberal demokrasinin geleneksel usul ve adetleri hiçe sayılarak, parlamentonun by-pass edilmesiyle, ülkenin, elitler tarafından dayatmalarla da yönetilebileceğini göstermiştir.
Devlet yapısı ve geleceğine ilişkin kaygılarının yanı sıra, mali sermayenin temel çıkarları açısından Johnson, hem müzakere masasında ve asıl önemli olan, yerli işçi sınıfı ve halklarına karşı uygulanacak sömürü politikaları için “bulunmaz bir başbakan” olarak tanımlanabilir.
Yoksullukları artan, yaşam ve çalışma koşulları daha da kötüleşen Britanya işçi ve emekçileri açısından Brexit sorunu, “kimin Brexit’i?” sorunudur. Bugün kayda değer bir emek kitlesinin milliyetçi bir Brexit anlayışının etkisinde olması ve emeğin haklarını savunmayı AB’de kalmaya indirgeyenlere itibar etmemesi, sordukları sorular ve talepleriyle ilgili arayışlarına bağlı olarak, Johnson ve Farage’in verdiği türden yanıtlar verip ilişkiler kurması bir gerçektir. Ve bu, net biçimde, Brexit açısından alternatifin, parlamento partileri ve temsilcilerinin yönelimleri ve aralarındaki ilişkilerle değil, halk ve emekçiler, talepleri ve onlarla kurulan ve kurulacak ilişki tarafından belirlendiğini ve belirleneceğini göstermektedir.
ERKEN SEÇİM KAPIDA
Brexit, 3 başbakan ve onlarca bakan “harcadı” ve iki seçim gördü. Üçüncü seçim de kapıda. Bazı sermaye çevrelerinin AB’den çıkmak istememesi, bazı çevrelerin ABD yanlısı bir politikaya daha fazla yanaşmak istemesi, devlet bürokrasisi ve mali sermayenin yer yer planlarını da bozuyor. Yani AB’den çıkmak, “anlaşalım” ya da “anlaşmayalım” ne olursa olsun “hadi çıkalım” diyerek olmayacak kadar karmaşık.
Öyle görünüyor ki; Brexit çıkmazı daha çok başbakan, bakan ve seçim görecek. Ne olursa olsun, Johnson bir sonraki seçimi uzatmak istemiyor. “Ben anlaşma yapmadan çıkmak istedim, muhalefet karşı koydu, sorumlusu onladır” diyerek halkın oylarına talip olacak. Bir de bunu ırkçı ve milliyetçi söylemlerle yapacak. Şu dönem bunu yaparsa kazanma şansı olabilir. Ama bu sürüncemede kalırsa, muhalefetteki İşçi Partisi’nin tekrar iktidar olması daha alasılıklı.
CORBYN NE YAPIYOR?
İşçi Partisi liderliğine seçildikten sonra, işçi ve emekçiler tarafından büyük bir coşkuyla karşılanan Jeremy Corbyn, İşçi Partisi’nin oylarını yükseltti. Fakat, birçok konuda olduğu gibi, Brexit konusunda da hiçbir şey söylememesi epey puan kaybettirdi. Nasıl bir çıkış süreci izleyeceklerine ilişkin hiçbir söylemi olmadı. Tek söylediği; işçi ve emekçilerin hakları korunarak bir ayrılık yaşamak. Ama bunun nasıl olacağına ilişkin, işçi ve emekçileri henüz ikna etmiş değil. Bir de “İşçi Partisi iktidarında AB ile daha iyi pazarlık yapılır” söylemi de çok işe yaramadı açıkçası.
Anlaşmazsız Brexit olduğu koşullarda, Johnson’ın temsil ettiği sermaye grupları ile ABD sermayesinin akbaba gibi sağlık ve eğitim servisi üzerinde daire çizerken, Corbyn’in, “Sağlık ve eğitim sistemimizi ABD’li şirketlere satmayacağız” çıkışı halkta bir karşılık bulmuş görünüyor. Ama, başta sağcı ve ırkçı medya olmak üzere, çok farklı yönlerden saldırı altında olan Corbyn, işçi ve emekçilerin talepleri konusunda daha dik durmadığı koşullarda, işçi ve emekçilerden oy alması bile gerileyebilir, tıpkı referandumda olduğu gibi. Corbyn, AB’de kalma yanlısı kampanya yürütmesine rağmen, daha önce yüzde 80’lere varan oy oranları alınan şehirlerde, yarı yarıya bir kayıp yaşadı.
ULUSAL SORUNLAR GÜNDEME GELECEK
Johnson ve sermaye, AB’den çıkışın bir anlaşma ile gerçekleşmemesi yolunda ilerlemeye devam etmeleri ve bunun gerçekleşmesi durumunda Birleşik Krallık da parçalanabilir. Başta İskoçya olmak üzere, bağımszılık referandumlarına gidilecek.
İskoçya’daki 129 milletvekilli yerel parlamentonun en büyük partisi olan Ulusal İskoçya Partisi, AB’den ayrılığın olması durumunda, bağımsız bir ülke olmak için referandum yapacaklarını duyurdu. AB referandumunda İskoçya’da AB’den ayrılmaya karşı oy kullanılmış olmasına rağmen, İngiltere ve Galler’deki çıkış yanlısı fazla oydan dolayı İskoçya da Birleşik Krallık üyesi olarak çıkmak zorunda kalacak. Ama bu çıkış gerçekleştikten sonra, İskoçya bağımsızlık referandumuna gidip, bağımsız bir ülke olarak tekrar AB’ye üyelik başvurusu yapacak.
Britanya İmparatorluğu dönemlerindeki eski gücüne tekrar dönmenin yollarını araken evdeki bulgurdan da olabilir. İskoçya bağımsızlık referandumuna gidip bağımsız olması durumunda, hem Birleşik Krallık bitiyor ve hem de Büyük Britanya. İskoçya’nın böyle bir politika izlemesi durumunda Kuzey İrlanda’nın da aynı yoldan ilerlemesi bekleniyor.
2016 yılında halk, AB’den çıkma yanlısı oy kullanmıştı. Çıkışın anlaşmazsız gerçekleşmesini isteyenler (ki bunu asıl olarak halkın istediği için değil, Brexit’i bir fırsata çevirmek isteyen mali sermayenin çabası) sürekli “Halkın kararına saygı göstermeliyiz, demokrasi bunu gerektirir” derken, parlamentoya darbe yapmayı planlayacak kadar da ikiyizlü davrandılar. Sonuçta burjuva demokrasisi, ikiyüzlü olması şaşırtmamalı…
Diğer yandan, çıkışın nasıl olabileceğine ilişkin yaşanan kaos. Anlaşma olsun mu, olmasın mı? Muhalefet partilerini nasıl ikna edecekler? Çıktıkları zaman, İskoçya ve Kuzey İrlanda gibi ülkelerin bağımsızlık taleplerini nasıl karşılayacaklar?
Şimdi Birleşik Krallık halklarının en çok sorduğu sorulardan biri, Şener Şen’in Zengin Mutfağı’nda soruduğu sorudur: Çıkmak mı zor? Kalmak mı?
(acikgazete.com)