- Karar verdim. “Bu sefer bu gurbeti yaşamayacağım” dedim ve maça gittim. O kadar acemiydim ki stat önünde Brecht’in “yabancılaştırma efekti” gibi dolaşırken bir karaborsacı bana bilet satmaya kalktı.
- Oysa maçı locadan izleyecektim. Ülker’in locasından... Ülker’in Kurumsal İletişim Koordinatörü Zuhal Şeker’in nazik davetiyle...
- Locaya kuruldum. Görgüsüzlük gibi olmasın ama şunu söyleyebilirim; locadan maç izlemek süper bir şey: Maçın her anını eksiksiz görebiliyorsun... Pozisyonları tekrar seyretmek istersen kaldır kafanı, yukarıdaki ekrana bak... İçecek servisi var... Yemek servisi bile... Loca’nın Ülker’e ait olması nedeniyle “Godiva” marka çikolata bile var. Üstelik patron Murat Ülker’in ikramıyla...
- Locada maç izlemenin keyfi çok ama maalesef ruhu yok... Bağırıp çağıramıyorsun mesela, çünkü arada yanılıp da bağırana yadırgar gözlerle bakılıyor. Dayanışma ruhu içine giremiyorsun mesela, çünkü herkes pek bir kasıntı oluyor... Patlayamıyorsun mesela, çünkü öfkeni de, sevincini de içine gömmek durumunda kalıyorsun... Kale arkası tribünlerindeki serazat coşkuya bakıp imreniyorsun, içinden “Ah o tribünde ben de olsaydım” şarkısını söylüyorsun. O derece yani...
- Daha önce görkemli bir Beşiktaş maçı seyretmiştim İnönü’de... Beşiktaş seyircisinin profesyonel devrimci örgütleri bile kıskandıracak denli intizamlı tezahüratı karşısında büyülenmiştim... Fenerbahçe seyircisi de Beşiktaş’ı aratmadı... Zülfü Livaneli’nin pek beğendiğim “Kırılsa da kanadımız / Asiye çıksa adımız / Duyan duysun, bilen bilsin gülüm / Böyledir bizim sevdamız” şarkısının hep bir ağızdan söylendiği anlarda tüylerim diken diken oldu.
- Tribünün orta kısmında açılan bir pankart gördüm: “Unutmayın! Zafer inanlarındır”. Hey gidi hey! Aklıma Erbakan Hoca geldi. Rahmetli hocamız başparmağını kaldırıp Milli Görüş’çülere yemin ettirir, yeminin sonunda da “Zafer inananlarındır... Ve zafer yakındır” derdi. 70’lerin sonuna kadar gittim yani...
- Bilmiyordum, öğrendim: Meğer localarda “totem” modası varmış... En pozitivist bildiğimiz insanların bile kendilerini “totem”e vurmalarını keyifli bir şekilde izledim.
- Şunu da öğrendim: Yeryüzünde iki tür insan var: Normal insan, maç izleyen insan... Ve bu iki insan tipi arasında devasa bir fark var.
Anbean biber gazı bombasının etkileri
HAYATIMDA iki kez “biber gazı bombası”na maruz kaldım.
İlki şöyle oldu:
Taksim’den geçiyordum.
Meydanın bir köşesinde bir grup korsan gösteri yapıyor, polis de gruba müdahale ediyordu.
Tam olay mahalline ulaşmıştım ki bir anda etrafı temiz, beyaz ve ilk bakışta “zararsız” bir duman sardı.
Seri adımlarla olay yerini terk etmeye hazırlanırken dumanı solumak durumunda kaldım. Feleğimi şaşırmıştım.
Bu ilk deneyimdi.
İkinci biber gazı deneyimini ise Şükrü Saracoğlu Stadı’nda yaşadım.
* * *
İki biber gazı yemiş olmanın verdiği özgüvene yaslanarak biber gazı bombasının insanlar üzerinde yaptığı fenalıkları sıralıyorum:
- Birinci his: Solunum yollarında dayanılmaz bir yangın.
- İkinci his: Kıpırdayamama durumu...
- Üçüncü his: Gözlerde önlenemez bir yaşarma...
- Dördüncü his: Telaşla etrafta koşuşturma ihtiyacı...
- Beşinci his: Boğulma hissi...
- Altıncı his: Bir şeyler yapmak için anlamsızca sağa sola doğru yeltenme arzusu...
- Yedinci his: Yüzü suyla yıkayıp kurtulmak için çırpınma...
- Sekizinci his: Su içme isteği...
- Dokuzuncu his: İlk etkiler bittiğinde bronşların açıldığını hissetmeyle birlikte başlayan bir arınma hissi.
- Onuncu his: Bir hoş olma ve “Aslında o kadar fena değilmiş, inceden de kafa yapıyormuş” demeye başlama...
Localardan insan manzaraları
- UĞUR DÜNDAR: Oğlu Bartu ile gelmiş maça... İkisi de çok heyecanlıydı... Arada oğluna dönüp, “Ah Bartu ah! Ne olacak halimiz” diyordu... Bir ara tribünlerden kendisine yönelen el sallamalara bir “star” gibi karşılık verdi.
- İSMAİL KÜÇÜKKAYA: Beşiktaşlıydı ama gelmişti... Genel yayın yönetmenlerine özgü bir dengecilik vardır ya... Tam da o dengeyi yansıtıyordu: Maçın sonunda “Kutlarım Galatasaray, helal olsun Fenerbahçe” dedi.
- ERTUĞRUL ÖZKÖK: Bir kolej çocuğu gibi giyinmişti... Öyle heyecanlıydı ki sanırsınız Aziz Yıldırım’ı temsilen orada... Biber gazı furyasında ortalıkta gözükmemesi üzerine “Adam işi biliyor” yorumunu yaptım.
- MURAT ÜLKER: Tam bir “sakin güç”... Maç başlarken de, maçın ortasında da, maçın sonunda aynı ruh halindeydi... Herkes derinden sarsılırken onda en küçük bir değişiklik bile yoktu.
- LUBE AYAR: Kadın gerilla lideri gibiydi... Dualar ediyor, heyecandan yerinde duramıyor, “Hadi evlatlarım hadi” diyerek bağırıyordu... Gözlerimi kendisinden alamadım.
- ELİF DÜRÜST: Kıyafetindeki inceden özensizlik bile bir özeni yansıtıyordu: İhmal edilmiş bir şıklık içindeydi... O kadar soğukkanlıydı ki “Acaba maçla bir ilgisi yok da arkadaş zoruyla mı geldi” dedirtiyordu.
- EYÜP CAN: Pek göstermeye çalışmasa da ateşli bir taraftar olduğunu anladım. Maç boyunca işi dalgaya vurup heyecanını bastırmaya çalıştı ama en sonunda stattan çıkarken bütün keder üzerine çökmüştü.
- ALİ KOÇ: Localar bölgesine şöyle bir uğradı... Daha sonra aşağıya, tribünlere indi. Taraftarın sevgi gösterilerine şık karşılıklar verdi... Edasında hafiften bir Che havası vardı... Gerçekten.
Baştan yanlış
GALATASARAY’ın kazanması halinde o statta kupa töreni yapılamayacağını aklı başında herkes tahmin edebiliyordu. Ancak nasıl olduysa oldu, bu öngörüye rağmen, “Kupa töreni Şükrü Saraçoğlu’nda yapılacak” kararı alındı. Baştan yanlış bir karardı bu... “Olay çıkmasın” diye Galatasaray taraftarlarının alınmadığı, böyle bir ihtiyata gerek duyulduğu bir karşılaşmada, “Galatasaray kazanırsa o statta nasıl kupa töreni yapılır” konusunun hesaba katılması gerekirdi.
Polisin 5 hatası
KALE arkası tribünlerinden birinde küçük bir “holigan grubu” taşkınlık yaptı.Polis de bu küçük gruba müdahale etmeye çalıştı.
Müdahale sürdükçe, taşkınlık da arttı.
Ne küçük grup geri adım attı, ne de polis.
Müdahale uzadıkça uzadı.Sonuçta bütün stadın gözü önünde şöyle bir görüntü ortaya çıktı:
“Polis, bir grup Fenerbahçe taraftarına karşı aşırı güç kullanıyor.”
İşte bu algı, stadın tamamını harekete geçirdi. Şampiyonluğu kaçırmanın hırçınlığı ile “Fenerbahçe’ye haksızlık yapılıyor” algısının doğurduğu öfke, taraftarın tamamını sardı.
İşler o anda çığırından çıktı.
İşler çığırından çıkınca da olanlar oldu:
Stadın başka bölümlerinden de taraftarlar taşkınlık yapmaya başladılar.
Bu durum polisin dengesini daha da kaybetmesine yol açtı.
Denge kaybolunca da ölçüsüz biber gazı kullanımı başladı.
Bütün bir stadı etkisi altına alan biber gazı bombardımanı... Çocuklar dahil herkesi nefessiz bırakan bir bombardıman...
Taraftar daha da çıldırdı.
Ve olanlar oldu.
* * *
Olup bitenlerin ardından “polisin beş hatası”nı çıkarabiliriz:
BİR: “Stadyum psikolojisi”ni zerre kadar hesaba katmamak...
İKİ: Biber gazı bombası kullanmayı bir alışkanlık haline getirmek ve en küçük bir gerginlik anında bile leblebi çekirdek gibi biber gazı bombası atmak...
ÜÇ: Olayları engellemek amacıyla akıllıca stratejiler uygulayacak bir soğukkanlılığa sahip olmamak...
DÖRT: Olayların önüne geçmek için Fenerbahçe yöneticilerinden yardım almaya tenezzül etmemek...
BEŞ: Sahadaki anons sistemini kullanmak gibi modern usullere başvurmak yerine had bildirmek gibi geleneksel usullere yaslanmak...
(Hürriyet'ten alınmıştır)