24 Şubat’a sayılı günler kala, demokratik olgunluk yönünde bir tercih yapılacağına UBP’de son kalan kurşunların belden aşağı sıkılmasına devam ediliyor.
Daha önce de yazdım.
Bu noktadan sonra kim genel başkan seçilirse seçilsin UBP kolay kolay hayır etmez.
Yıllar evvel...
Yeni bir Kolordu Komutanı gelmiş...
Göreve başladıktan sonra onuruna DOME Hotel’de bir protokol yemeği.
O dönemin protokol listesinin üst sıralarında kimler varsa tümü de yemekte.
O ortamda ille bir tanıtım amaçlansa, çok da zor olmayan bir yöntemler önemli kabul edilen herkese söz hakkı verilir, onlarda kendilerini birkaç cümle ile tanıtırdı.
Öyle olmadı.
“Hoş geldiniz komutanım”la başlayan nutuk gibi konuşmanın ardından herkese afiyet olsun denmiş.
...Ve yemekler yenilirken “fısıltı tanıtımı” başlamış.
Davetin ev sahibi yanındaki komutanın kulağına başlamış konukları tanıtmaya...
“Şu siyah takım elbiseli kilolu kişi, şu kurumun başındadır... Kumar bağımlısıdır. Kendinden yaşça büyük zengin bir kadınla parası için evlendi...”
Kimse bu örneği abartılı algılamasın...
Kelimeler bire bir aynı olmasa da söylenenler öz olarak buydu bir üst düzey yetkili için...
Tanıtımın fısıltı şeklinde bütün gece devam etmiş.
Neredeyse bir tek kişi için bile güzel bir çift söz edilmemiş.
Eeee siz söyleyin... En yetkili ağızdan bunları duyan komutanın ya da bir başka sefer bir Elçi’nin Kıbrıs Türkü’ne saygı duymasını bekler misiniz?
***
1960’lı yılların öncesinden başlayarak bu hep böyle oldu.
Türkiye’den destek arayanların ilk yaptığı kendine rakip gördüklerini Türkiye’ye karalamaktı.
Kıbrıs, sivrisinek ve dedikodudan batacak demiş Namık Kemal.
Namık Kemal bunu dedi mi demedi mi bilmem ama dedikodu Kıbrıs Türkü için en tehlikeli yaklaşımlardan biri oldu.
Dedikodudan öte Kıbrıs Türkü bir birini yemeye bayılıyor.
***
Kıbrıs Türkü 1950’li yıllarda siyasi kimliğini kazanma bakımından ivme kazandı.
Siyaset toplumsal yaşamımızda yer buldukça, bir birimizi karalama amaçlı dedikodular da arttı.
Kimse kendi kapasitesiyle bir yerlere gelmek için çaba içinde olmadı...
Küçük-Denktaş ikilisi Ahmet Necati Özkan’ı Türkiye’den birilerini arkasına alarak devre dışı bıraktı…
Sonra sıra Dr. Küçük’e geldi...
Denktaş, Ankara rüzgarına tam da arkasına alıp Dr. Küçük’ü temizledi.
Gün geldi Denktaş’ı götürmeye karar veren Yeni Ankara bu kez Talat’la Denktaş’ı götürdü. Daha doğrusu sandıkta gideceğini bilen Denktaş, aday olmadı...
Eroğlu, Talat’a karşı üstünlük sağlayıp Cumhurbaşkanı olurken Ankara’nın açık desteğine sahip olmadı.
Ama 2010 Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Talat’ın yeterince desteklenmediği yaklaşımı hep seslendirilir.
***
Şimdi UBP’de genel başkanlık yarışı yaşanıyor.
Yarış, demokratik bir yarış olmaktan çıktı, adeta kavgaya dönüştü.
Taraf konumunda olanlar için neler söylenmiyor ki?
Söylenenler kendi dünyamızla sınırlı kalsa, “Sorun değil” diyeceğiz.
Dedikodular, dedikodu boyutunu aşarak ileriye götürülüyor.
***
Bu tür yaklaşımlarla bir yere varılabilir mi?
Mümkün değil.
Daha da önemlisi böyle bir süreçte yaşanan yaralanmaları, “Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez” ifadesinden çok daha zor unutulan yaralanmalardır.
Hatta “Asla unutulmaz” diyebileceğim kadar kalıcı yaralanmalardır.
Aylar tam da bu duyarlılıkla yazılar yazdım.
Yazdıklarım hep uyarı nitelikli oldu.
Önce 21 Ekim’in sonrasının da düşünülmesini söyledim ve yazdım.
Ya ben anlatamadım ya da taraf olanlar anlamadı.
21 Ekim sonrası uzlaşı ve yakınlaşma daha da zor oldu.
Sonra 24 Şubat, ikinci tur oylama tarihi olarak netleşti.
Gene uyardık.
Olmadı
***
24 Şubat’a sayılı günler kala, demokratik olgunluk yönünde bir tercih yapılacağına UBP’de son kalan kurşunların belden aşağı sıkılmasına devam ediliyor.
Daha önce de yazdım.
Bu noktadan sonra kim genel başkan seçilirse seçilsin UBP kolay kolay hayır etmez.
***
Dün şu soruya muhatap oldum.
“24 Şubat’ta sandıktan Küçük ya da Kaşif’in çıkması durumunda neler yaşanabilir?”
Verdiğim yanıtı aynen sizlerle paylaşayım...
“İrsen Küçük genel başkan seçilirse, partide sonucun kabullenilmesi için çağrı yapılıp, yaşananların geride kaldığı söylenecek. Ama kolay kolay geride kalmayacak. Bu kurultay sürecinde yaşananların esas hesaplaşması ilk milletvekilliği genel seçiminde olacak. O gün delegeler yerine merkezin iradesiyle adaylar belirlenirken, UBP, kendi içinde tarihinin en büyük tasfiyesine yaşayacak...
Ahmet Kaşif, genel başkan seçilirse İrsen Küçük’ün dışında tüm bakanlar ve vekiller Kaşif’in etrafında toplanacak. Ve hep birlikte Ankara ile barışmak için yollara düşecekler. Ankara, Kaşif’in genel başkanlığını erken kabullenirse ne ala... Aksi halde UBP içi hesaplaşmanın bedelini bir süre Kıbrıs Türkü ödeyecek. Kaşif’in kabullenilmesi için Eroğlu ile yakınlığı bakımından sınava sokulması da güçlü olasılıklardan biri...”
Bunları söyledikten sonra bir soru daha geldi...
“Turgay Avcı ve Tahsin Ertuğruloğlu’nu nasıl bir gelecek bekler?”
Bu soruya karşılık da,“Turgay Avcı ve Tahsin Ertuğruloğlu, UBP içinde kolay kolay kaybeden konumuna getirilmeyecek. Şimdilik hedef milletvekili konumlarını korumaları.”
Günün sözü: Siyaset üretimi olmayan yerde siyaset dışı yaklaşımlar etkili olur.
(Havadis gazetesinden alınmıştır)