İki kafadar \'couch stop\' akımı sayesinde dünyayı dolaşmış. Birileri hiç tanımadığı birilerine internet sitesi üzerinden evlerindeki kanepeyi bedava veriyor.
* Son yıllarda ilginç bir hobim var; internet üzerinden yayımlanan, dünyanın farklı ülkelerinden yayın yapan radyoları dinliyorum. Mesela Almanya’dan yayın yapan şahane bir klasik müzik radyosu var. Hiç kasmıyor, dünyanın ünlü müzisyenlerinin eserlerini çalıyor (ne yazık ki Fazıl Say’a bir türlü sıra gelmedi) ya da Cheri Zen var Fransa’dan yayın yapan, daha çok pop müzik çalan bir radyo kanalı. Şu günlerdeki favorim ise Latin caz çalan ve Kolombiya’dan yayın yapan El Cafe Del Mundo. Geçen gece evde miskin miskin oturup bir yandan televizyona bakıp radyoda El Cafe Del Mundo’yu dinlerken radyonun Twitter hesabına bir mesaj attım. “İyi çalıyorsunuz hoş çalıyorsunuz da play list’inize Türkçe şarkı ekleseniz daha iyi olmaz mı?” gibi İngilizce bir şeyler yazdım. Bunu yazınca doğal olarak sosyal medyada millet hafiften benimle dalgasını geçmeye başladı. Abartmıyorum, 15 dakika sonra Kolombiya’dan yayın yapan El Cafe Del Mundo radyosunda ‘Sevdanın son vuruşu’ ile Tarkan çalmaya başladılar. Hepimiz şoka girdik. Bu da yetmezmiş gibi ardından Teoman-Bülent Ortaçgil düeti geldi, iyice delirdik. Böyle olunca bir anda radyonun Twitter hesabını binlerce Türk takip etmeye başladı. Ardından radyonun yöneticisi bana ulaşıp röportaj yapmak istediğini, İspanyolca bilip bilmediğimi sordu? Onlar da olan biten karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar. Twitter’dan radyolarını takip eden, hepsinin İspanyolca konuştuğu, Venezüella, Meksika ve Kolombiya’nın yanı sıra Türkiye’ye de teşekkür mesajları yayımlıyorlar. En matrağı, dün radyonun yöneticisi e-mail atmış, “Biz Türkçe bilmiyoruz ama güzel şeyler söylemek istiyoruz, yardımcı olur musun?” diye soruyor. 45 dakikada bir Türkçe şarkı yayımlamaya karar verdiklerini söylüyor. Türkiye nere, Kolombiya nere... Haritada yerini göster deseniz inanın kolay bulamam. Ama yakında Türkiye’den bir firma Kolombiya’dan yayın yapan bu radyoya ilan verirse de şaşırmayacağım. Bakar mısınız şu anlattıklarıma, dünya nasıl da hızla küçülüyor. Ben bunları size yazarken fonda aynı radyoda Sezen Aksu’nun Şinanay’ı çalmaya başladı. Sanırım Gülşen söylüyor...
*Başka türlü bir şey benim istediğim.
Ne ağaca benzer ne de buluta
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava
Madem konu dünyadan açıldı, oradan devam edelim. Can Yücel’in hepimizin ezbere bildiği şiirini kendine şiar edinen iki Türk kafadarın 13 aya sığdırdıkları dünya turunu bilmem duymayanınız kaldı mı?
Bu iki kafadar mühendis ‘couch stop’ denilen yeni bir akım sayesinde dünyayı dolaşmışlar. Yani birileri hiç tanımadığı birilerine yine internet sitesi üzerinden evlerindeki kanepeyi bedavaya veriyor. Nitekim Özcan ve İsmail de bu fırsattan yararlanmış. www.baskaturlubirsey.com adresindeki 8 dakikalık bir video klip ile başlarından geçenleri anlatıyorlar. Pek çoğumuzun içinden geçirip de yapamadığını yapan bu iki kafadarı geçen gün programımda konuk ettim. Ben de sıradan bir Türk gibi düşünerek konuya “Dünyayı kaç liraya gezdiniz?” sorusuyla girdim. Oysa mesele para değildi, bunu biliyordum ama para kimi zaman yapabileceğimiz pek çok şeyi ertelememiz için çok iyi bahanelerden bir tanesi... Geçen yıl Tayland’ın sırt çantalı yabancı turistleri ağırladığı Koh Phangan Adası’nda bir kez daha benzer potu kırmıştım. Birlikte seyahat eden biri Alman, diğeri İngiliz iki gence ne iş yaptıklarını sormuştum. İkisi de birbirlerinin ne iş yaptıklarını ilk o an duymuşlardı. Düşünün, aylardır dünyayı dolaşıyorlardı ama birbirlerinin ne iş yaptıklarını sorma ihtiyacı duymamışlardı. Zira gerçek bir gezgin için işin, paranın, unvanın çok da önemi yok. Dünyayı gezmek istiyorsanız, yaşadığınız hayattan mutlu değilseniz bu iki gencin sitesine girip bir 8 dakika düşünün. Paranın sıkıcı hayatlarımızdan kaçmamızı önleyen bir bahane olmadığını gayet net göreceksiniz. Sonrasında durun bakalım durabilirseniz...
*Coşkun Aral ile uzun zamandır görüşmemiştik. Dün SoruYorum programı vesilesiyle bir araya geldik. Coşkun ile 90’lı yılların televizyonlarından konuşurken şunu fark ettim; 90’lı yıllarda 32. Gün, Haberci ve Pusula gibi programlar prime-time’da yani akşam televizyonun en çok izlenen saatinde ana akım kanallarda yayımlanıyordu. Böyle bir ülkede yaşıyorduk. Gazeteciler uluslararası haber programları yapıyor ve kanallar bunları gönüllü yayımlıyordu. Bugün dünyanın her yerinde yayını düzenleyen RTÜK’vari kuruluşlar bunların yayımlanması için düzenlemeler yapıyor. Bizde ise RTÜK sadece bir cezalandırıcı, elinde sopasıyla duran bir kurum olarak algılanıyor. Bunları yazarken belgeselin ceza olarak gösterildiği bir ülkede yaşadığımızı unutuyorum. Pardon.
Siz bu satırları okurken ben Doğan Grubu’nun bir toplantısına katılmak için Antalya’dayım. İlginç olan, toplantı daha önce mimarisini ve işletmesini eleştirdiğim Mardan Palace’ta düzenleniyor. Kapıdan daha giriş yaptığım anda otelin genel müdür yardımcıları ile karşılaştım. İçlerinden biri elimi sıkarken gülümseyerek “Bütün otel sizin gelmenizi bekliyorduk” dedi... Sizce korkmalı mıyım!
Radikal