Övgüleri geçiyorum, tepkilerin hesabını veriyorum:
* * *
- TEPKİ: Ortada kapı gibi mahkeme kararı var. Mahkeme kararının üzerine söz söylenir mi?
- CEVAP: Mahkeme kararlarına uymak başka bir şeydir, mahkeme kararlarına karşı çıkmak başka... Uyduğumuz karara karşı çıkmak anamızın ak sütü gibi helaldir.
* * *
- TEPKİ: Sen değil miydin “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçirmiyor” diyen. Ne oldu da şimdi böyle yazıyorsun?
- CEVAP: Benim söylediğim şuydu: “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalışıyorsa bile bu kanıtlanamaz, kanıtlanamayacak bir ithamın peşinden gitmek faydasızdır”. Hâlâ böyle düşünüyorum. Ama şunu da düşünüyorum: Fenerbahçe, Aziz Yıldırım’dan arındırılmak istendi. Oyunlar oynandı. Oyunu oynayanın kim olduğu önemli değil... Önemli olan Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe taraftarının buna karşı direnmesi...
* * *
- TEPKİ: Senin “Aziz Yıldırım direniş sergiledi” diye yazdığın gün Aziz Yıldırım, Ertuğrul Özkök’ün yazdıklarını tekzip etti... “Ben kimsenin adını vermedim” dedi... Buna ne diyeceksin?
- CEVAP: Benim Aziz Yıldırım üzerine söylediklerimin Özkök’ün yazdıklarıyla bir ilgisi yoktu. Ben Aziz Yıldırım’ın direnişini şöyle tanımlıyorum: Hapse düşmesine rağmen Fenerbahçe’den vazgeçmemek... “Alın takımın anahtarını, ben yokum, beni bırakın” dememek...
Yıldızlar da kayar
AK Parti, şu üç yıldızın üzerinden yükseldikçe yükseldi:
- BİR: Anadolu’nun dört bir yanında yaptığı konutlarla imkânları kısıtlı yurttaşların konut sahibi olmasına katkıda bulunan TOKİ...
- İKİ: Doktorları ve sağlık çalışanlarını kızdırsa da sağlık politikalarında halkın yararına çok önemli adımlar atan SAĞLIK BAKANLIĞI...
- ÜÇ: Dış politikada “komşularla sıfır sorun” gibi, “bölgesel güç” gibi, “oyun kurucu ülke” gibi büyülü kavramlarla işe başlayan DAVUTOĞLU...
* * *
“Yıldızların Parladığı Anlar” olduğu gibi...
Yıldızların kayıp gitmeye başladığı anlar da olur.
Bugünlerde...
- “TOKİ yıldızı” da...
- “Sağlık Bakanlığı yıldızı” da...
- “Ahmet Davutoğlu yıldızı” da...
Parıltısını, süksesini, cazibesini, sempatisini, ağırlığını kaybetmeye başladı.
* * *
Ne oldu da böyle oldu?
Tek tek bakalım:
- TOKİ: Konut sahibi olmayı akıllarının ucundan bile geçiremeyecek durumdaki vatandaşların konut sahibi olabilmesi... Müthiş bir fırsat! TOKİ işte sunduğu bu müthiş fırsatın üzerinden yükseldi... Yaptığı binaların çirkinliği ve şehirlerle uyumsuzluğu “küçük bir düşme” yarattı. Ucuza mal etmek adına verilen ödünler de bu “küçük bir düşme” olayına katkı sundu. Ama en sonunda Samsun’da ortaya çıkan rezalet yıldızın sönmesinin başlangıcı oldu.
- SAĞLIK BAKANLIĞI: Özel hastaneleri halkın hizmetine sunmak... Dar gelirlilerin hayal edemeyecekleri türden sağlık hizmetlerine kavuşması... Az şey değildi bunlar... Yıldızın parlamasına yol açtılar... Sağlık çalışanlarının öfkesi de, Bakanlığın bu öfkeyi dikkate almaması da yıldızı söndüremedi. Ancak ne zamanki bakanlık, “kürtaj” gibi, “sezaryen” gibi kadın bedeniyle ilgili konulara zücaciye dükkanına dalar gibi daldı ve sonra da daldığı yerden çıkmak zorunda kaldı... İşte Sağlık Bakanlığı’nın yıldızı da o anda sönme emareleri göstermeye başladı.
- DAVUTOĞLU: Dindarların yetiştirdiği en parlak dış politika analizcisi idi... Dünyayı “verili kodlar” üzerinden değil, “kendi kültürünün ve coğrafyasının zorladığı kodlar” üzerinden analiz ediyordu... Önce “danışman” oldu, etkisini hissettirdi. Sonra işin başına geçti. Ortaya attığı büyülü kavramlar ve bu kavramlar etrafında oluşturduğu yeni dış politika stratejisi ile göz doldurdu. Vizeler kalkıyor, dostluklar kuruluyor, neredeyse “ne gerek var şu sınırlara” noktasına geliniyordu. Ama olmadı. Bırakın düşmanların dost olmasını, dostlar bile düşman oldu. En son Suriye’nin vurduğu uçakla birlikte yıldızında en küçük bir parlaklık bile kalmadı.
* * *
Ne demiş Ferdi Tayfur ustamız: “Yıldızlar da kayar / Durmaz yerinde.”
TOKİ gibi, Davutoğlu gibi, Sağlık Bakanlığı gibi yıldızlar, Ferdi Tayfur’un işaret ettiği yıldızlar gibi bir anda kayıp gitmezler.
- Ağır çekimde kayıp giderler.
- Parlaklığı söne söne kayıp giderler...
- Yavaş yavaş kayıp giderler.
- Hissettire hissettire kayıp giderler.
Son günlerin en iyi 5’i
- UTKU ÇAKIRÖZEN: Medyada gördüğüm en efendi, en kibar insanlardan. Cumhuriyet gibi bir gazetenin Ankara Temsilciliği görevini yapmasına rağmen asla marjinalleşmedi, diyalog kapılarını her daim açık tuttu. En son yaptığı Beşar Esad röportajıyla dünya çapında bir gazeteciliğe imza attı.
- CÜPPELİ AHMET: Aziz Yıldırım’la hapishane arkadaşı oldu. Şakalaştı, dostluk kurdu. Aziz Yıldırım Metris’ten çıkarken gözyaşlarıyla “Beni unutma Aziz Başkan” dedi. Dualar etti... Bu tutumuyla olağanüstü bir sempati kazandı... Allah onu da kurtarsın...
- İLBER ORTAYLI: Şu memlekette Topkapı Sarayı’nı gönül rahatlığıyla emanet edeceğimiz tek kişi o idi... Emanet ona verildi, o da bunu kabul etti. Topkapı Sarayı’na müdür olarak elini taşın altına soktu... Elinden geleni yaptı. Saray’ı en güzel şekilde temsil etti. Hoş bir seda bırakarak emekli oldu.
- MEHMET GÖRMEZ: Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla Fener Rum Patriği’ni ziyaret etti. Bu önemli. Ama bundan daha önemlisi “Her topluluk kendi din adamlarını yetiştirebilmeli. Türkiye’de farklı inanıştaki insanların yurt dışında din eğitimi alması ülkemizin büyüklüğüne yakışmıyor” diyerek Ruhban Okulu’nun açılmasına destek vermesi.
- AHMET ŞIK: Hakkında açılan dava devam ederken bir de cezaevi kapısında yaptığı açıklamalar nedeniyle davalık oldu. O ise yılmadı, yılmıyor. En son yayınladığı kitapta “Cemaat polisleri nasıl fişledi” konulu bir belgeye yer verdi. Bu açıdan cesaretini bir kez daha kanıtlamış oldu.
Gazeteci haşlama modası
HABER-TÜRK’te meslektaşımız Didem Arslan Yılmaz’ın Samsun Belediye Başkanı ile yaptığı röportajı seyrettim.
Didem Arslan Yılmaz her gazetecinin sorması gereken soruları soruyordu.
Diyordu ki:
“Sayın Başkan binalar dere yatağına mı yapıldı?”.
Başkan da bir afra, bir tafra...
“Biz burada neyle uğraşıyoruz, siz ne soruyorsunuz” falan diye çıkıştı Yılmaz’a...
* * *
Sanırım iktidar partisi, mensuplarına şöyle bir gizli talimat yolladı:
- Soru sorulacak yerlerde fazla dolaşma...
- Olumsuz soruların sorulacağı yerlerden hemen kaç...
- Yine de olumsuz soru gelirse ilk tepki olarak “böyle soru mu olur” de.
- Karşındaki geri adım atmıyorsa bas fırçayı...
Sibel yolunu nasıl buluyor?
- DİKKAT çekmek isteyen müptezel, sanal alemde delikanlılık raconu keser.
- Dikkat çekmek isteyen şöhret düşkünü kadın, Çankaya Köşkü’nün kapısında soyunur.
- Dikkat çekmek isteyen magazin figürü, “ne kadar rezil olursak o kadar iyi” tadında ataklar yapar.
- Dikkat çekmek isteyen televizyon yorumcusu, avazı çıktığı kadar bağırır.
- Dikkat çekmek isteyen köşe yazarı, ya egemen övgüsünde ya da egemen sövgüsünde ileri gider.
Peki dikkat çekmek isteyen muhafazakâr kadın ne yapar?
* * *
Onun ne yapacağını da Sibel Üresin adlı şahsiyetten öğreniyoruz.
Ne yapıyor Sibel Üresin?
Şunu yapıyor:
Arada sırada televizyona çıkıp “İkinci eş gayet normal, ben kocama güzel bir ikinci eş buldum, herkes böyle yapıyor şekerim, ne var bunda” diye kıtır üstüne kıtır atıyor...
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)