BİR: Aleviler “İslam’ın içindeyiz” deseler, diyorsunuz ki: “Madem İslam’ın içindesiniz, o halde doğru camiye... Ne işiniz var cemevinde?”

İKİ: Aleviler “Alevilik bir dindir” deseler, bu sefer de diyorsunuz ki: “Bu nasıl söz? Ayrı din mi icat ediyorsunuz? Ne gerek var ayrılığa gayrılığa?”
Soruyorum:
Ne yapsın Aleviler?
* * *
Dünkü “Evet, Alevilik bir dindir” başlıklı yazıda işte buna dikkat çekmiştim.
Sadece başlığı okuyanlar, sanki ben “Alevilik ayrı bir dindir” tezini işlemişim gibi yığınla tepki gösterdiler.
* * *
-  Mail’leri açtım: “Alevilik asla ayrı bir din değildir, İslam’ın içindedir” diye haykırışlar.
-  Twitter’ı açtım: “Alevilik İslam’dan ayrılamaz” türü sloganlar.
-  Muhafazakâr yazarların yazılarını açtım: “Alevilik dindir” diyenlere bir saydırma, bir saydırma...
-  İktidar yetkililerine kulak kesildim: “Alevilik İslam’ın dışında değildir” tarzı demeçler...
Kısacası...
Herkes “Aleviliğin İslam’ın içinde olduğunu” anlatmak için çırpınmış.
Herkes “tebliğci” olmuş maşallah!
“Alevilerin hakları” ile ilgilenen yok.
* * *
Kanaatim şudur:
Aleviliğin İslam’ın dışında olmadığını kanıtlamak için harcanan şu enerjinin, şu gayretin, şu çabanın, şu emeğin...
Sadece ve sadece binde biri bile...
Alevilerin “inandıkları gibi yaşama hakkı” için harcansa...
Yemin ediyorum:
Bu memlekette “Alevi sorunu” diye bir sorun kalmaz.

Numan Kurtulmuş olayı

REFAH Partisi zamanıydı.
“Yenilikçiler” ile “Gelenekçiler” ayrımı vardı.
Fikri, zikri ve duruşu nedeniyle Numan Kurtulmuş’tan beklenen “Yenilikçiler” safında yer almasıydı.
Ama o tuttu “Gelenekçi” oldu.
* * *
AK Parti’nin kuruluş zamanıydı.
“Saadet Partisi” ile “AK Parti” ayrımı vardı.
Fikri, zikri ve duruşu nedeniyle Numan Kurtulmuş’tan beklenen “AK Parti” safında yer almaktı.
Ama o tuttu “Saadetçi” oldu.
* * *
Saadet Partisi zamanıydı.
Bir yandan Erbakan’ın çocukları, bir yandan Oğuzhan Asiltürk falan “Bu partiyi Numan’a yedirmeyiz” dediler.
Ona “gitmek” dışında bir seçecek bırakmadılar.
Numan Kurtulmuş’tan beklenen “AK Parti”ye geçmekti.
Ama o tuttu “HAS Parti” diye bir parti kurdu.
* * *
Ben başından beri hep aynı şeyi söyledim:
Numan Kurtulmuş’un yeri AK Parti’dir.
Refah ayrımında da, Saadet ayrımında da, HAS Parti zamanında da...
Hep aynı şeyi söyledim.
Söyledim çünkü Numan Kurtulmuş, “Senin AK Parti’den ne farkın var?” sorusuna bir türlü ikna edici bir yanıt veremiyordu.
* * *
Ama hakkını yemeyelim:
Seçim zamanı “AK Parti’den ne farkın var?” sorusuna biraz olsun yanıt vermeye başlamıştı.
“Karun” demişti, “Belam” demişti, “Türbanlı cipliler” demişti.
Ama işte şimdi AK Parti ile flört aşamasında, onlar da ayağına dolanacak gibi...
Hadi geçmiş olsun.

10 nefretlik soru

BİR: Bodrum mu, Çeşme mi?
İKİ: Neden Twitter?
ÜÇ: E-mail’imi aldın mı?
DÖRT: Havuz mu, deniz mi?
BEŞ: Neden peynir gibisin?
ALTI: Yalnızlık zor değil mi?
YEDİ: Uyuyor muydun?
SEKİZ: Biraz sarardın mı ne?
DOKUZ: Hanut mu, alın terimi mi?
ON: Orijinal mi?

Bir tür Koçero destanı

HASAN Hüseyin Korkmazgil’in “Koçero” adlı bir şiiri vardır.
“Koçero” adlı bir eşkıya için yazılmıştır.
Güzellemedir.
Destansıdır.
Şahanedir.
Şiirin bir bölümünde “Koçero”nun değişik bakış açılarıyla anlatıldığı bölüm vardır.
Şöyle:
“Muhtara sorarsanız: Bizim serseri veli / Marabaya sorarsanız: İşini bilmemiş deli / Köylüye sorarsanız: Ekmeksiz garibin teki / Çocuklara sorarsanız: Yüce dağlar aslanı / Candarmaya sorarsanız: Devletin dağlarda silah çatması / Vurguncuya sorarsanız: Yol kesici, yağmacı / Soyguncuya sorarsanız: Devletin acizliği...”
Bu şekilde uzayıp gider şiir.
* * *
“Koçero” şiirinden aldığım ayakla ben de “düşen uçak destanı” diye bir şiir yazdım.
Şöyle bir şey çıktı:

-  Esad’a sorarsanız: Ben vurmadım, adamlarım uçaksavarla vurdu.
-  Esad’ın adamlarına sorarsanız: Uçak üzerimize üzerimize geliyordu, biz de uçaksavarla vurduk.
-  Ahmet Davutoğlu’na sorarsanız: Kesinlikle ama kesinlikle füzeyle vuruldu.
-  Başbakan Erdoğan’a sorarsanız: Uçaksavarla da vurulmuş olabilir. Görüşler de revize edilir.
-  Genelkurmay’a sorarsanız: Ne uçaksavar, ne füze... Uçak vurulmadan düştü.
-  Hükümete yakınlara sorarsanız: Genelkurmay’ın dili sürçtü.
-  ABD’ye sorarsanız: Konuşursak Türkiye’ye ayıp olur.
-  Rusya’ya sorarsanız: Esad vurdu ama bir sorun niye vurdu.
-  Komploculara sorarsanız: Hizbullah ya da PKK vurdu.
-  Kılıçdaroğlu’na sorarsanız: Esad vurdu ama suç Erdoğan’ın...

‘Gayrimilli’ sözü şu iki şeyi çağrıştırıyor

BİR: Ulusalcılar kullanırdı bu sıfatı... Kim “AB kriterleri” diyorsa, kim “evrensel insan hakları” diyorsa, kim “Kürtlerin hakları” diyorsa ulusalcılar tarafında anında “gayrimilli” ilan edilirdi. Başbakan Erdoğan da bu “gayrimilli” suçlamasından nasibine düşeni fazlasıyla almıştır. Hatta “Erbakan milli, Erdoğan gayrimilli” cümlesi, slogan haline getirilmişti.
İKİ: Bugünlerde üzerinde tepinmeyene su bile verilmeyen “Tek Parti” döneminin en bariz özelliği neydi biliyor musunuz? Şuydu: Dış politikada belirlenen ilkelerin dışına bir harf olsun çıkana “gayrimilli” damgasını basmak ve bu damganın gereğini yerine getirmek... O dönem dış politikada belirlenen ilkelere dil uzatmak zinhar haramdı, dil uzatana günü gösterilirdi.

Yapma İsmail

AKŞAM gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’nın yazısının başlığını okuyunca telaşlandım.
Başlık şuydu:
“Başkanım İstanbul’a dönün”.
İsmail, İstanbul trafik belasından inim inim inlerken yaylalarda horon tepen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı kente çağırıyordu.
* * *
İsmail’in yazısı beni neden mi telaşlandırdı?
Şundan:
Kadir Topbaş kente dönmeye kalkarsa...
İstanbul trafiğine en az üç araç daha katılacak.
Başkan’ın makam aracı, korumalarının aracı, danışmanlarının aracı falan...
Dönmezse...
En az üç araç İstanbul trafiğine girmemiş olacak.
Bu durumda ben telaşlanmayayım da kim telaşlansın?

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)