Gündemdeki konulara ve tartışmalara bakınca, bu yazı için muhtemelen “ne alaka” diyenler olacaktır. Ancak, unutmamak gerekir ki, geçmişte Anayasa tartışmalarında olduğu gibi, yeni başlatılan İmralı süreci çözüm arayışlarında da, hemen hemen herkesin gözü kulağı milliyetçilere yönelmiştir. Bu yönüyle Arvasi’nin Türk milliyetçiliğine ve Şark’ta yaşanan olaylara yönelik fikirlerini yeniden hatırlamak son derece faydalı olacaktır.

Fikir dünyamızın “milliyetçi ve muhafazakar” kesiminde, Ziya Gökalp’ten Mehmet Akif'e, Necip Fazıl’dan Osman Turan'a, Erol Güngör’e, Nurettin Topçu’dan Ahmet Kabaklı'ya kadar, pek çok değerli insan vardır. Onlar, sadece yaşadıkları dönemlerde değil, vefatlarından sonra da etkili olmaya devam etmektedirler. İşte, o mümtaz şahsiyetler arasında, gerek mensup olduğu aile ve gerekse düşüncelerindeki farklılığı ile hafızalarda yer eden Seyyid Ahmet Arvasi’nin konumu çok özeldir.

Dünyadaki tüm toplumlarda, genç nesiller, bazı yüksek şahsiyetler tarafından eğitilir ve yoğrulur. İşte merhum Arvasi Hoca da, milletimizin, bu manadaki yüksek şahsiyetlerinden biridir. O’nun gibiler, toplumlarına yeni ufuklar kazandırır, onların göremedikleri gerçekleri önceden görür ve onlara yol gösterirler.

 

“İSLÂMI GAYE EDİNEN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ”

Henüz 56 yaşındayken, 31 Aralık 1988 yılının son günü aramızdan ayrılan “Arvasi Hoca”, “Türk Milliyetçiliği” düşüncesinin, Avrupa tarzı “milliyetçilik (nationalism) anlayışlarından (mesela, Alman İdealizmi’nden ve Pozitivizmden) farklı olarak, “İslam’ı gaye edinen” bir siyasi fikir olarak olgunlaşması için büyük emek sarfetmiştir.

Hoca, her şeyden evvel çok iyi bir “Müslüman” ve “Türk-İslam Ülkücüsü”dür. O’nun bir Müslüman olarak dine bağlılığı ile siyasi düşünceleri konusunda, bilinen herhangi bir ihtilaf yoktur. O, “Türk Milliyetçisi” olmayı, adeta bir iman meselesi gibi görmüş ve her vesile ile bunu dile getirmiştir. O’na göre Türk-İslam Ülkücüsü, her şeyden önce “örnek ve ideal” bir insan olarak, “iman, aşk, aksiyon ve karakter adamı”dır. Hoca bundan dolayı, Ülkücülüğü, “Allah ve Resulü davasına ve Türk milletinin değerlerine aşk derecesinde bağlı olmak ve bu dava için gözünü budaktan sakınmamak.” şeklinde ifade etmektedir.

Seyyid olması nedeniyle, ecdadı aslen Arap olan Arvasi’nin, siyasi düşünce olarak Türk Milliyetçiliğini benimsemiş olması, üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.

Mensup olduğu aile ve içinde yetişmiş olduğu şartlar, O’nun İslami manada bir idealist olmasını sağlamıştır. O, idealini şöyle dile getirir: “Ben, İslam iman ve ahlakına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk Milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslam’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim.”

Öte yandan, yeryüzünde yaşamakta olan tüm milletlerin kaderlerinin birbirlerine bağlı olduğunu düşünen Arvasi Hoca, “tüm milletler için mutlu bir dünya kurulmadıkça, hiçbir milletin tek başına mutlu olamayacağı” kanaatindedir.

Bir eğitimci, pedagog ve eğitim sosyologu olarak yaptığı çalışmalar ve yazdığı eserlerle önemli hizmetler veren Hoca, tüm ömrünü Türk-İslâm kültür ve medeniyeti davasını kafalara ve gönüllere nakşetmek için vakfetmiştir.

O, milli eğitimi, milli savunmanın bir parçası olarak görür ve emperyalizmi engelleyecek en büyük gücün, milli ordulardan ziyade, iyi yetişmiş aksiyoner kadrolar olduğunu söylerdi.

 

ASIL MÜCADELE, TOPLUMLARIN DÂHİLERİ ARASINDA OLUR!

Yabancı emellere ve niyetlere göre tasarlanmış sömürge eğitimi ile hiçbir milletin bekasının olamayacağını düşünen Ahmet Arvasi, milletler arasındaki rekabet ve mücadelenin, “dehalar” ve çeşitli alanlarda “yetişmiş uzman kadrolar” arasında cereyan ettiğini anlatır. Ve Türk milletinin de, yeni nesilleri dünyadaki tüm milletlerden çok daha donanımlı olarak yetiştirmesi ve içindeki dahileri ortaya çıkarması gerektiğini savunurdu.

Dehanın toplumla, toplumun da deha ile hayat bulduğuna inanır.  Bunu bir yazısında şöyle ifade eder: “Dehalarını yetiştiremeyen ve ortaya çıkaramayan toplumlar, çok şey kaybetmektedirler. Çünkü dehalarını ortaya çıkaramayan toplumlar seslerini dünyaya duyuramazlar, evrensel mesajlar veremezler. Dahiler, her türlü millî hammaddeyi evrensel ölçülerde işleyen öncü kadrolardır. Bugün Türkiye’de, maalesef, halen, başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, halk bu gerçeği kavrayamamıştır. Bu yüzden, yabancıların, kendi haline bırakılmış üstün zekâlı, dâhi çocuklarımız üzerinde oynadıkları oyunlar çok bariz olarak görülebilmektedir. Oysa onlar, milletimizin en büyük hazineleridir.” .

O’na göre, nasıl ki bir baba, bütün maddi sıkıntılarına rağmen çocuklarını iyi yetiştirmek için varını yoğunu harcayıp fedakârlık yapabiliyorsa, Türkiye gibi ülkeler de, ne kadar maddi sıkıntılar içinde olurlarsa olsunlar, gençleri en iyi bir şekilde eğitmek ve onları aksiyoner kadrolar olarak yetiştirmek için, her şeylerini ortaya koymalıdırlar.

 

'' BATI'DAN BESLENENLER, BU MİLLETE ÇÖZÜM SUNAMAZLAR!''

Medeniyetin kendine mahsus bir estetik anlayışa sahip olduğunu bildiren Arvasi Hoca, estetik anlayışı gelişmemiş bir toplumda medeniyetin ortaya çıkmasını mümkün görmez, “Aydınlar ve sanatkârlar Türk milletinin estetik anlayışını yaşanılan çağa uygun olarak yeniden geliştirmek zorundadırlar.” diye düşünürdü.

Hoca, Türk milleti olarak, bizim bütün sıkıntılarımızın kaynağını, kendimizden uzaklaşmış olmamızda görür. Batı’nın ve İslam’ın zihniyet temelleri arasında, insan anlayışından itibaren, taban tabana zıtlıklar olduğunu düşünen Arvasi Hoca, yine bir yazısında, “Bu sebeple, kendi temel eserlerini okumayan, böylece Türk milletinin tarih boyunca değişmeyen ruh yapısına ve hasletlerine vakıf olmadan, Batı’nın fikir alt yapısından beslenenler, bu millete çözüm sunamazlar. Yerli düşünce yapısına sahip olduğunu söyleyen çoğu milliyetçi aydının, bugün ülkenin meseleleri konusunda içine düştükleri çıkmazın sebebi de budur. Batı’dan alınmış milliyetçilik anlayışı ile Güneydoğu da dahil, hiçbir meselemiz çözülememektedir.” diyordu.

“Doğu Anadolu Gerçeği” adlı eserinde, bölücü Kürtçülük hareketini, Batının yıllardan beri uyguladığı “şark politikası” ile ilişkilendirmekte ve meseleyi, tarihi, kültürel, sosyal, coğrafi, ekonomik, psikolojik, iç siyasi (idari) ve harici sebepler şeklinde, 8 ana başlık altında inceledikten sonra  “Doğu ve Güney Doğu Anadolu'muz her bakımdan milli bütünlüğümüz içinde önemli bir yeri vardır.  Hepimiz bu bütünlüğün korunmasından sorumluyuz. Türk Devleti bu bütünlüğü, her gün biraz daha güçlendirmek için elinden gelen gayreti göstermekte, düşmanlarımızın tertip ve oyunlarını bozmak için, mümkün olan her tedbiri almakta ve problemlerimizi şuurlu çözmeye çalışmaktadır.” şeklinde görüşlerini ortaya koymaktadır.

12 Eylül 1980 Darbesi döneminde Mamak’ta tutuklu kalan ve büyük sıkıntılar çeken Arvasi Hoca’nın, ekonomi ile ilgili temel görüşleri de dikkat çekicidir. “Türk-İslam Ülküsü” adlı kitabının 2. cildinde, kapitalist ve Marksist ekonomi anlayışlarını ve uygulamalarını eleştirdikten sonra, ekonomiyle ilgili temel konularındaki bakış açısını ortaya koymuştur.

 

BATILI İKTİSATÇILAR “BİRİKMİŞ DEĞERLER”İ GÖREMEMİŞLERDİR!

Ahmed Arvasi, ortaya attığı “birikmiş değerler” kavramı ile, “emek” ve “ücret” konularında, son derece orijinal ve ilgi çekici bir bakış açısı sunmakta; etkili bir şekilde eleştirdiği Marksizm’deki “artık değer” kavramına karşı, hem etkili bir cevap vermiş ve hem de, fevkalade ciddi bir alternatif görüş ortaya koymuştur.

Arvasi’ye göre, Marksistlerin unuttukları çok önemli bir nokta vardır. Bugün insanlar, ister işçi, ister işveren durumunda olsunlar, üretim güçlerini ve ürettikleri değerleri, hem sayı, hem kalite itibarıyla kendilerinden önce yaşayan ve şimdi hayatta olmayan milyonlarca insanın beden ve zihin emeğiyle ulaştıkları ilme, tekniğe, üretim amaçlarına, geliştirdikleri müesseselere, keşfettikleri enerji kaynaklarına, kısaca ürettikleri maddi ve manevi değerlere borçludurlar.

“Bütün insanlığın sahip olduğu maddi ve manevi zenginliklerin gerçek üreticileri, günümüzde yaşayan nesillerden çok, tarihin bağrına gömülmüş olan nesillerdir. Hepimiz, onların mirası üzerinde tepinmekteyiz. Sahip olduğumuz değerler, bizden çok onların, emekleriyle üretilmiştir.” diyen merhum Arvasi, konuyla ilgili açıklamalarında şu görüşlere yer veriyordu:

“Bir an için ‘proletaryanın ‘ ve ‘kapitalistin’, bu tarihi mirastan ve bu ‘birikmiş değerden’ mahrum kaldığını düşünün. Onlar, bugün, üretebildikleri sayı ve kalitede mal ve hizmet üretebilirler miydi. Yahut bu mal ve hizmetlere sahip olabilirler miydi? Yine bir an düşünün, bugün bir otomotiv sanayiinde, üç yahut dört dakikada bir otomobil imal edilmektedir. Bizden önce yaşayan milyonlarca insanın, binlerce yıldan beri süzülüp gelen beden ve zihin emeğinin ortaya çıkardığı değerlerden mahrum kalınsaydı, patronlar, teknokratlar ve proleterler bu başarıyı gösterebilirler miydi? O halde, kim kimin emeğiyle yaşıyor? Görülüyor ki, işçi, işveren teknokrat ve bürokratlar, birbirlerinin emeklerinden çok birikmiş değerleri ve zenginlikleri paylaşmaya çalışıyorlar. Mesela, modern bir kumaş fabrikasının bir saat içerisinde imal ettiği yüzlerce metre kumaş, ne tek başına işçilerin emeğine, ne de tek başına işverenlerin teşebbüsüne bağlanamaz, bu konuda komünizmin de, kapitalizmin de yorumları yetersizdir.”

 

“DEHA DERECESİNDE SEZİŞ KABİLİYETİNE SAHİP BİR İNSAN”

Yazımızı, ülkemizin önemli gazetecilerinden merhum Ömer Öztürkmen’in, Arvasi Hoca’nın vefatı üzerine yazdığı ve Türkiye gazetesinde, 3 Ocak 1989 tarihinde yayınlanan yazısından bir alıntı ile tamamlayalım: “…Maddeci bir dünyanın ezici baskıları altında bunalan bir toplumda, Arvasi Hoca gibi ruhçu bir iman adamının gelmiş olması, Yüce Allah'ın büyük bir lütfu olarak kabul edilmelidir. Bütün değerlerin toz-duman olduğu bir ortamda doğruyu, iyiyi ve güzeli bulmak kolay değildir. Doğruyla yanlışı, iyiyle kötüyü, güzelle çirkini ayırmak, gerçeği görmek, ancak ve ancak deha derecesinde seziş kabiliyeti olan insanlara nasip olur. Arvasi Hoca, o nasibe layık görülmüş insanlardan biriydi…”

Vefatının 24 yıldönümünde merhumu bir kez daha rahmetle ve minnetle anarken; Onu daha iyi anlamamız için, Türk-İslam Ülküsü (3 cilt), Kendini Arayan İnsan, İnsan ve İnsan Ötesi, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, Eğitim Sosyolojisi, Doğu Anadolu Gerçeği, Hasbihal (6 cilt) ve İlmihal gibi kitaplarını yeniden okumalı ve gelecek nesillere de anlatmalıyız düşüncesindeyim.