Abdullah Gül’ün danışmanı Ahmet Sever’in açıklamaları bir gerçeği ortaya çıkardı.
Tam tahmin ettiğim gibi “kısmi bozma” kararı tamamen Abdullah Gül’ün arzusu doğrultusunda olmuş.
Daha önce de yazmıştım; normal olarak Meclis’in Cumhurbaşkanı’nın görev süresiyle ilgili çıkardığı yasanın tamamı Anayasa’ya aykırıydı.
Ancak Anayasa Mahkemesi kararın sadece yarısını Anayasa’ya aykırı buldu ve kısmi iptal kararı verdi.
Buna göre mevcut Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 7 yıl. Ancak yasanın ikinci bölümündeki “Daha önce Cumhurbaşkanlığı yapanlar yeniden aday olamaz” maddesi iptal edildi.
Yani yasa Abdullah Gül esas alınarak düzenlenmiş oldu
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı almasındaki temel etken bana göre yeni üye yapısını, anayasa değişiklikleri oylamasından sonra iktidarın değil Abdullah Gül’ün oluşturmasıdır.
Yüce Mahkeme üyeleri kendilerini oraya getiren Cumhurbaşkanı’na şükranlarını bu yolla sunmuş oldular.
Eğer Anayasa Mahkemesi yasanın tamamını iptal etseydi, ağustos ayı içinde yeni Cumhurbaşkanı’nı seçmek için sandık başına gidecektik.
Bugünün koşullarında, Gül’e yeniden seçilme hakkı tanınmış olsa bile, Erdoğan’ın adaylığı karşısında Gül’ün adaylıktan feragat edeceği kesindi.
Kısacası, yasanın tamamı iptal edilmiş olsaydı, önümüzdeki ay Erdoğan’ın Köşk’e çıkması neredeyse kesindi.
Oysa şimdi durum değişti. Seçime iki yıl var ve Erdoğan’ın adaylığı bugünkü kadar kesin değil artık. Erdoğan’ın adaylığını ülke ve dünya şartları belirleyecektir.
Peki, Gül, Erdoğan’a rağmen 2014’te adaylığını koyabilir mi?
Mantıken bu pek mümkün görünmüyor.
Ancak Cumhurbaşkanı’nın danışmanı Ahmet Sever’in sözleri, bu ihtimalin az da olsa 2014’te belirebileceğini gösteriyor.
Anlaşılan, açıkça söylenmese ve hatta her fırsatta “olur mu canım öyle şey” türü açıklamalarla desteklense bile, iktidar ile Çankaya arasında bir soğukluk olduğu ve ciddi bir çatışmaya bile yol açması mümkündür.
Çankaya ile iktidar arasında şimdilik “görünmeyen” çatışmanın nedenlerine önümüzdeki günlerde değinmeye çalışırım.
Burada son nokta olarak şunu yazmak istiyorum. Gül 2014’te aday olup seçilebileceği gibi 2019’daki seçimlerde de aday olabilir.
Anayasa Mahkemesi kararında “eski cumhurbaşkanlarının yeniden aday olabilmesine olanak sağlanıyor” ancak bir kısıtlama konulmuyor. 2014’e geldiğimizde sistem sil baştan olacaktır.
Yani Gül aday olursa “ikinci kez seçilmek için” değil “ilk kez seçilmek için” aday olacaktır.
Teşhis rezaleti
Dörtyol’daki “teşhis rezaleti” büyük olasılıkla bir şekilde kapanacak. Hatta belki sorumlular hakkında göstermelik de olsa hafif cezalar da verilecek. Ancak bundan sonra hiçbir polis ya da herhangi bir kamu görevlisi, bir iktidar mensubu, ailesi veya yakınlarına karşı yasal ve hukuki olsa bile bir yaptırımda bulunmaya kalkamayacaktır.
Bunu bilelim ve buraya nokta koyalım.
Öte yandan, milletvekili çocuğu “yasal hakkı olan” teşhis uygulamasından yararlanırken, Hopa olayları protestosunda polislerin kalça kemiğini kırdıkları Dilşat Aktaş’ın bu “yasal hakkını” tam 425 gündür kullanamaması da ayrı bir rezalet.
Kalabalık ve heyecanlı üstelik çatışmalı bir ortamda, hepsi aynı üniformayı giymiş kişileri bir gün sonra bile tanımak çok zordur. Kaldı ki bir yılı aşkın süre sonunda karşınıza sizi yaralayan bir polisi, yine üniformalı hâlde ve 10 kişinin arasından seçip tanımanız mümkün olabilir mi?
Dilşat Aktaş’ın önüne, kendisine saldıran polisi tek başına koysanız bile teşhiste büyük güçlük çekecektir.
Bu arada bir de çok merak ettiğim konuyu sorayım; Dörtyol’daki teşhis rezaletinde, milletvekili çocuğu, karşısına dizilen polislerle yüz yüze. Oysa bu tür teşhislerde arada aynalı camlı bölme olması gerekmiyor mu? Teşhis edenle teşhis edilen karşı karşıya konulur mu?
Haber kanalının süresi neden kısıtlıdır?
Her şeyde olduğu gibi haber kanallarında da enflasyon yaşıyoruz. O kadar çok haber kanalı var ki, izlemek bile zor.
Ancak “haber kanalı” olan bu kanallar garip biçimde kendi kendilerini sınırlıyor. Hemen her gün ve hemen her haber kanalında sunucuların şu sözleri bıkmadan tekrarladıklarını duyuyorum: “Efendim çok önemli bir konu ama ne yazık ki zamanımız sınırlı.”
İyi de bir haber kanalının zamanı neden sınırlıdır. Adı üstünde “haber kanalı” değil mi?
Eğer konu çok önemliyse sunucu neden konuyu kapatır ve sanki arkasından çok önemli bir başka program gelecekmiş gibi izleyiciyi de tatmin etmez.
“Reklamlar” diyen olabilir. Ne var bunda? Reklama gidersiniz, sonra konuya dönersiniz. Yok, eğer haber kanalları kendi planladıkları yayın akışını yapacaklarsa o zaman da “konu çok önemli ama zaman sınırlı” demesinler bari.
Özel’in tavrı özel değil
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel gazilerle iftarda “Şehit haberlerinin geldiği ortamlarda tatil yapmam” demiş. Yani Genelkurmay Başkanı bu yıl tatile çıkmayacakmış.
Bizim gazetede dâhil gazeteler bunu “hassasiyet” olarak değerlendirmiş.
Yandaş medyadakiler ise bir karakol baskınında golf oynamayı sürdüren komutana atıfta bulunarak “İşte fark” gibi başlıklar bile kullanmışlar.
Oysa Necdet Özel’in tavrında özel bir durum yok.
Türkiye şu anda “ilan edilmemiş” bir savaşın içinde. Bir tarafta terörle mücadele, öte tarafta Suriye ile patlayabilecek bir sıcak temas olasılığı içinde yaşıyoruz.
Böyle dönemlerde ilgili ve sorumlu makamlarda olanların tatil yapma gibi bir lüksü olamaz ki zaten.
Örneğin 2010 eylülünde Anayasa referandumu yapılmıştı. Referanduma giden günlerde gündem çok yoğundu ve gazeteciler, yazarlar hatta akademisyenler bile tatil yapamamıştı.
Şehit sayısına göre manşet
Okurlarımdan Coşkun Telciler gündemle ilgili neredeyse her gün bir mesaj gönderir ve görüşlerini paylaşır. Dün de bir mesaj göndermiş. Diyor ki “Gazeteler şehit haberlerinde neden sayıya göre davranıyor? Her gün şehit haberi alıyoruz, ama bunlar bir iki ise gazetelerde çok küçük haber olarak okuyabiliyoruz.”
Aslında uzun yıllardır yaşadığımız bir sorun bu. Yazı işlerinde atkif çalıştığım günlerden de hatırlıyorum, sanki bu konudaki haberleri şehit sayısına göre değerlendiriyoruz.
Yani bir iki şehit varsa fazla önem vermiyoruz. Şehit sayısı 5’i geçtiğinde haber daha büyük yer alıyor. Bu aslında şehit haberlerini kanıksamaktan kaynaklanıyor. Eskilerin deyimiyle “vaka-i adiye” yani “sıradan olay” olarak algılıyoruz. Her gün olan, adeta rutin haline gelmiş olay gibi.
Ne zamanki aynı anda 5’ten fazla şehit haberi geliyor, o zaman olay “rutin” olmaktan çıkıyor.
Nedense ne zaman dış politikamızın temelini oluşturan “Stratejik Derinlik” tezini ve stratejimizin “derinliğini” duysak aklımıza “kendi mezarını kazmak” deyimi geliyor. (Gani Yıldız)
(Vatan gazetesinden alınmıştır)