Paketten 'Ölüme çare', 'Yüz kırışıklıklarına kalıcı çözüm' ve 'Evrendeki kayıp maddenin tam adresi'ni bekleyenler tabii ki 'tatmin' olmayacaklar. Ama hayat ve değişim ile daha gerçekçi bir ilişki kuran biz fakirler için durum biraz daha farklı. Bu paketin müsebbibi AK Parti mi, Erdoğan mı bakmadan, var olan durumdan ileri bir noktaya atılan her adıma destek oluyoruz. Çünkü değişimin doğasını biliyoruz. Reformların kalıcı ve değerli olması, her adımın emeğe dayalı, tabandan tepeye giden gerçekçi taleplerin karşılanması ile mümkün.
Çünkü biz W, Q, X kuşağıyız... Hani şu yasaklı olan ve hakları gasp edilen kuşaklardan.
Maziyi biliyoruz…
Bu nedenle, paket açıklanır açıklanmaz kendimizi Hakkari, Diyarbakır veya Kandil'e atıp, reformların ne kadar mutsuzluk yarattığını anlatmayı bir amaç olarak araştırmacı-endişelendirici gazeteciliğimizin merkezine koymayacağız. Buna gerek yok çünkü. Halkın arasından biriyiz. Duygularımıza bakmamız yeterli.
Cem Yılmaz'ın bir esprisi vardı. Çocuk bekleyen kadınların 'canının çektiği' şeylerin abartılı halleri hakkında… Kadın şöyle diyordu kocasına: 'Yerçekimsiz ortamda kayısı yiyeyim ama çilek tadı versin.'
Latife bir yana, bazılarının siyasetten talebi bu kadar irrasyonel olabiliyor. Bu irrasyonalite, demokratikleşme konusunda anlaşılabilir bir açlığa, sabırsızlığa tekabül ettiği kadar, algı yönetimine sahip olan medyadaki 'Broker'lar için Erdoğan nefretine yönelik bir araç sadece…
Eleştirinin namusunu terk edip, kafa karıştırıcı mikser görevi üstlendiklerinden beri, olan biten her şeyi Erdoğan'a karşı mücadelenin bir nesnesi olarak görmeye başladılar. Son iki yazımda, bunun makes bulduğu toplumsallığın analizini yapmaya çalıştım.
Evet, hepimize totaliter devletten gına gelmiş. Kendi kompartımanlarımızda yediğimiz dayağın yarattığı öfke büyük. Kaç nesil harcanmış gitmiş… Herkes kendi çektiğini biliyor. Ve artık daha fazla zaman kaybetmek istemiyoruz. Hala çok öfkeliyiz. Bu öfkeyi, 11 yıllık iktidara ve onun güçlü lideri Erdoğan'a yöneltmeye eğilimliyiz.
Ve bu psikolojik durum, 'mikserler' tarafından hunharca istismar ediliyor.
'Hayır, kandırılıyorsun!', 'Fırsatını bulmuşken daha fazlasını iste! Köşeye sıkıştır!', 'Peki geçmişte yaşadıkların ne olacak? Kim verecek bunun hesabını!', 'Bak, Erdoğan devlet oldu, o bir Sünni, sakın onlara güvenme!', 'Cemevi ile Cami yanyana olur mu! Sizi Sünnileştirecekler, tuzağa düşme!', 'Atılan bu olumlu adımlar, seni usulca tuzağa çekmek için, sakın gevşeme, diren!'
Hep istismar, hep taciz…
Hep vesayet çağrısı.
Halkı küçümseyen haller.
Korkularımızı, acılarımızı, güvensizliklerimizi, öfkelerimizi kullanmak üzere, ustaca kurulmuş fısıltılar.
Bunlara kapılmamak kolay değil.
12 Eylül referandumunda 'Yetmez ama evet'çiydim ama, aslında bireysel durumum sadece amasız ve basit bir 'Evet'di.
Demokrasi yolculuğun kendisidir. Mükemmel bir son durak yoktur. Bizler her zaman demokrasiyi ve adaleti isteyeceğiz, ülkeyi sürekli değiştireceğiz. Çünkü her bir sorun çözüldüğünde, hayat önümüze yenilerini koyacak. Gelişimin doğası bu.
Sanki bu böyle değilmiş gibi, bir aciliyet, bir aciliyet… 'Hemen olsun, hepsi birden olsun' halleri. Bu aslında 'Hiç olmasın' demenin ustaca bir yolu.
Her türlü olumlu değişimi destekleriz. Yapıcı eleştirilerimizi yaparız. Ama eleştirimiz, o adımı itibarsızlaştırmak veya engellemek yönünde olamaz.
Hükümetler üzerinde sürekli reform baskısı kurmalıyız. Çünkü bizdeki gibi normalleşmemiş ve kıyasıya iktidar savaşanlarının yaşandığı ülkelerde, siyasetin en büyük gücü halkın güçlü reform talebidir. Bu birçok vesayet tuzağını boşa çıkarır.
150 yıllık hayali gerçekleştirecek, aylardır gençlerimizi hayatta tutan Çözüm Süreci, sadece Erdoğan'ı itibarsızlaştırmak için 'Demokrasi olmadan, barış olmaz' gibi saçma sapan argümanlarla bulandırılmaya çalışıldı. Barışı sağlıyor olmanın en yüksek demokrasi standardını sağlayacağı bilindiği halde.
Halk da 'Yedirmeyiz!' dedi.
Bu paketi de yedirmez.
Çünkü o halkın.
Twitter; @markaresayan
(Yeni Şafak)