Türkçemizde ‘iyilik yap denize at, balık bilmezse Halık bilir’ diye bir atasözü var. Geçen hafta, bir kez daha bu atasözümüzün zuhur ettiği bir an yaşadım.
Rotterdam’dan deǧerli bir dostum aradı. Başkan, Salı gün akşam müsaitsen, Türkiye’den bir misafirimle seni ziyaret edeceğiz dedi. Ben de, eyvallah ne demek, buyurun gelin dedim.
Ve, misafirlerle Salı akşamı, Amsterdam Türkevi’nde buluştuk. Türkiye’den bir hakim, Rotterdam’dan bir avukat ve onları getiren yazar dostumla birlikteyiz. Yemeğe geçmeden önce kısa bir hasbıhal ettik. İstanbul Çağlayan’da görev yapan bir hakim misafirimiz kendini tanıttı. Tanışma esnasında, misafirimizle tam yirmiyedi yıl önce bir vesileyle tanıştıǧımız ortaya çıktı. Misafirimiz o zaman Türkiye’de hukuk öğrencisiymiş. Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı’na bir mektup yazmış. Hollanda’daki eğitim sistemi hakkında bilgi istemiş. Vakf’ın başkanı olarak o zaman, gelen mektuba uzun bir cevap yazmışım. Tanışmadıǧımız halde, mektubuna verdiǧim cevap, misafirimizi ziyadesiyle memnun etmiş. Misafirimiz ‘o günden itibaren size dua ederim. Mektubunuzu da saklarım’dedi. Hakim dostumuz, ‘sizinle tanışmak ve sizin mektubunuzu size göstermek bugüne nasipmiş’ dedi. Mektubu yıllarca saklamış. Yirmiyedi yıl sonra, bizim öǧreciyken yazdıǧımız mektup karşımıza çıktı.
Rotterdam’dan gelen diğer misafirimiz dadaş avukatla zaten önceden tanışıyorduk. Ve biz, bu kısa tanışmadan sonra, yemeğe geçtik.
Salı akşamı, çok verimli bir bulaşmaydı benim için. Misafirlerimiz sayesinde, geride bıraktıǧımız öǧrencilik yılları başta olmak üzere, sivil toplum yıllarını uzun uzun yad ettik. Onlarca hatıramız canlandı. Tekrar etti yaşanan olaylar adeta.
Evet, deǧerli dostlarım, bu mektup gibi, Türkiye’de, Balkanlar’da ve Avrupa’da, hem de hiç beklemediğim anlarda ve yerlerde onlarca vakıa yaşadım.
Salı akşamı, şu gerçeği bir kez daha anladım: yapılan en ufak bir iyilik dahi boşa gitmiyor. Hiç tahmin etmediğiniz yerlerde karşınıza çıkıveriyor. Ummadıǧınız, beklemediǧiniz anlarda sürprizlerle karşılaşabiliyorsunuz.
Bu noktada bir başka atasözümüz, ‘ne ekersen onu biçersin’ karşımıza çıkıveriyor.
Öyle ki, otuz yıldır Hollanda, Avrupa ve kültür coǧrafyamızda organize ettiǧimiz binlerce etkinliǧe katılan konuşmacı, stajer, proje ortaǧımız bulunuyor. Bu deǧerli dostlarımız, yazar, politikacı, stk temsilcisi, bürokrat, stajer ve gönüllü olarak Türkiye başta olmak üzere, Balkanlar ve Türk Dünyasında yani yaşadıkları ülkelerin karar verme mekanizmalarında görev yapıyorlar. Bu dostlarımızla; siyasi tercihleri veya dini inanışlarına takılmadan, çoǧunluǧu ile ilişkilerimiz devam ediyor. Gönüllerimiz arasında bir iletişim var.
Gönül dostlarımızın Türkiye’den, Türk dünyasından, gönül ve kültür coğrafyamızdan gelmeleri onlarla hemhal olmak için yeterli kriterdir bizim için. Bu bağlantılardan hiç bir şekilde çıkar sağlamayı, dernek için bile olsa destek sağlanmasını istemedik. Buna tüm dostlarımız şahitlik ederler. Hep veren el olmayı tercih ettik. Karşılık beklemedik. Böyle hafızalarda kalmayı yeǧledik.
Şimdi; her nedense, bir kısım zevat, bazı programlarda Türkevi’ne teşekkür edilmesini yadırgıyor. Yani, Türkevi’nin başta Türkiye olmak üzere Türk Dünyası ve kültür coğrafyamızda hoş bir seda bırakmasını anlamakta zorlanıyorlar. Verilen emeği, sabırla katedilen yolu algılayamıyor. Kimse kusura bakmasın, kabul edilmesi zor olsa da, biz iyilik etmeye bundan sonra da gayret edeceğiz. Zira, iyilik birgün, mutlaka karşınıza çıkacaktır. Yirmiyedi yıl sonra karşımıza çıkan o mektup gibi. Gönüllere hitap etmek ve tarihe not düşmek dikenli bir yol olsa da, biz o yolu seçtik.