“ Yaşamdan daha fazlasını almak için, yaşamın daha fazla içinde olmalısın.”

Bir kitapta karşıma çıkan bu cümleyi oysa ne kadar da çok sevmiştim…

Ta ki Soho’ da bir kafede garson sipariş alırken ‘bir şeye alerjiniz var mı?’

sorusuna  ‘insan’ diyene kadar…

Arkasından ‘şaka şaka’ diye seslensem de nafile!

*

Espri bir yana ‘yaşamın daha fazla içinde olmak’ denince benim

aklıma önce komşuluk ilişkilerimiz geliyor.

Mesela karşı komşumla beraber yıllardır bir kedinin bakımını üstleniyoruz.

Kediyi onlar seçti…

Veteriner…

 Yemek…

Oyuncak…

Özel ihtiyaçlar, ona ait.

Bana ait olan bölüm; 

Sabah akşam bizde oturması…

 Oynaması…

Tırmalaması…

 Isırması…

Ve özellikle yorgan-nevresim, en temiz-mis kokulu olduğu anlar da dahil olmak üzere her gece bizde uyuması…

Hazır bu karşı komşumdan bahsetmişken geçenlerde yaşadığımız bir olaydan bahsetmek isterim. 

Bundan bir kaç ay önceydi tam uyuma saatim 21:30 gibi kapı çaldı.

Komşum, kucağında bebeği ve yanında kocası…!

Bizim evlerin 3 ev gerisinde bir evin sokak kapısının ardına kadar açık olduğunu...

15 dakikadır evin oralarda oyalandıklarını…

Hiç bir hareket olmadığını…

Ve artık evdeki kişi veya kişiler için endişelendiğini söyledi.

Küçük bebeği ile şüpheli bir eve girmek istemediğini ve kocasının da yalnız gitmesinin doğru olmadığından kocasına eşlik etmemi istiyordu.

Hayır demek mümkün mü?

Hemen ayakkabılarımı giyip elimde fenerle çıktım.

Komşum Phil, benim orda beklememden aldığı cesaretle (şaka) son derece cesur bir şekilde içeri girip ‘kimse var mı’ diye seslenmeye başladı.

Ben elimde fener kapıdan içeri bir türlü giremiyorum.

Tam o sırada evin önünde bir adam  “ her şey yolunda mı?” diye soruyor…

Ben hemen “yok yok değil” diyerek durumu anlatıyorum.

O da ‘abim doktor, karşı evden hemen onu çağırıp geliyorum’ diyip fırlıyor!

Benim komşu Phil içeri kolaçan ederken bende sanki destek timi topluyorum.

Ve dört kişi oluyoruz!

Şimdi onların arkasından içeri girebilirim.

Phil'den bir ses geliyor. 

‘Gelin burada bir kişi buldum!!!’

Beyaz saçlı, epey yaşlı bir adam yorganın altında yatıyor!

Hepimiz eğilmiş adama bakıyoruz.

‘İyimisiniz iyimisiniz’ 

Ses yok!

Ta ki birimiz, adamın omzuna dokununcaya kadar!!!

Zavallı adamcağız neredeyse yataktan bir metre havaya fırlıyor!!

Hepimiz kekeleyerek;

' bizler komşuyuz, kapınızı uzun süre açık görünce, telaşlanıp size bakmaya geldik' diyoruz.

Adam ilk ‘ben sizleri böyle görünce öldüm zannettim, sonra beni öldüreceksiniz zannettim. Şimdi ise böyle duyarlı olduğunuz için teşekkür ediyorum, biraz içkiliydim kapıyı kapattım sanıyordum ama kapatmamışım’ diyor.

Bizler de bin kere özür dileyip yavaşça evden ayrılıyoruz.

O evin içinde geçen bir kaç dakikanın tarifi mümkün değil…

Ve bir kelime etmeden evlerin yolunu tutarken girdiğimiz gülme krizi…

İşte öyle…

İnsan ilişkilerinin bir pamuk ipliğine bağlı olduğu bu zamanda, yaşamın içinde olmak bence böyle bir şey…

Abartılan sevgi, dostluk, bağlılık sözleri puff diye uçup gidiyor.

Herkes yaşamdan ne istiyorsa ona göre yolunu seçiyor.

Yani kısaca hayata ne veriyorsak hayatta bize onu veriyor.

Bir kaç güler yüz…

Masum dedikodular…

Karşılıksız yardımlar…

Espri... 

Kahkaha…

İşte zaten hayatın güzel kısmı da bu kadar, daha fazlası istesek de yok, gerisi malum...