Geçenlerde “Yanlışlığın medyadaki bedeli bazen gazetenin kapanması oluyor” yazdım diye, bir yayın yönetmeni, gazetesinin kapanmasını arzulamakla suçlamıştı beni. Dün o gazetede çıkan bir haberin başlığı şuydu: “Sun’ı kapattırmam...”
‘Sun’ İngiltere’nin en çok satan gazetesi... Sahibi Avustralya kökenli Rupert Murdoch... Murdoch’un pazar günleri çıkan gazetesi ‘News of the Word’ (NoW), kaçırılıp öldürülen bir küçük kızın telefonu üzerinden muhabirleri makbul olmayan işler yaptı diye halkın tepkisiyle karşılaşmış ve takibata uğramıştı. Çareyi, 168 yıldır çıkan ve her sayısı üç milyona yakın satan gazetenin kapısına kilit vurmakta bulmuştu Murdoch...
Murdoch’un başı şimdi de ‘Sun’ yüzünden dertte. Gazete daha kestirmeden habere ulaşayım diye polisleri ve askerleri maaşa bağlamış; bu ortaya çıkınca Murdoch yeniden ateş altına düştü. Önceki gün üst düzey beş ‘Sun’ çalışanı bu yüzden tutuklandı.
Bunları siz zaten biliyorsunuz: Hem NoW olayını, hem de ‘Sun’a yönelik ilk tutuklamayı burada yazmıştım. Beni gazete kapanmasını arzulamakla suçlayan yönetmen ancak şimdi haberi görmek zorunda kaldı.
Dünya değişik bir dönemden geçiyor ve hemen her ülke bundan birbirine yakın biçimde etkileniyor. Daha dün, Washington Post’ta Hindistan’daki durumla ilgili bir değerlendirme vardı. Haberde Hint basınını ve sanat dünyasını ilgilendiren olumsuz bir dizi örnek yanında yabancısı olmadığımız bir tavırla ilgili şu bilgi de yer alıyordu: Bir yargıç “Ne yani, biz de Çin gibi Facebook ve Google’a erişimi kısıtlayabiliriz” demiş...
Anlatmaya çalıştığım şu: Bizde karşılaşılan pek çok olay, bizden önce veya eş zamanlı olarak başka ülkelerde de yaşanıyor...
MİT eksenli son olay da bir istisna değil. Sis hafifçe dağıldığında, devletin istihbarat biriminin, terörle flört eden bir örgütün içine elemanlarını sızdırdığı ortaya çıktı. Savcılar, örgütün içine sızan ajanların kışkırtıcı işlere de bulaştıkları iddiasında. İstihbarat biriminin bir süre öncesine kadar ikinci koltuğunda oturan Cevat Öneş, “Eğer böyleyse ‘Bravo’ demek gerekir” görüşünde.
En zor işlerden biri devlet-karşıtı örgütlerin içine devletin ajanlarını sokabilmesidir. Bu âdeta imkânsız bir iş. Öyle olunca, istihbarat birimleri, zaten örgüt içinde bulunan hayal kırıklığına uğramış ya da farklı düşünmeye başlamış unsurları kazanmaya çalışır; bunda bazı başarılar kaydedildiği olur.
Hafifçe çizgi dışı düşünen kuşkucu kişileri “Komplocu” diye suçlamalarına bakıp ‘solcu’ kalemleri saf sanmayın; aslında vaktiyle bünyesinde bulundukları örgütlerde kafalarını en fazla kimin ‘ajan’ olduğuna takmış tiplerdir onlar... Haklıdırlar da. Devletin ilgili biriminin birinci görevi hep örgütlere adam sızdırma olmuştur çünkü.
2005 yılı sonunda İngiltere’de yaşanan bir olay olağanüstü göz açıcı: IRA örgütünün efsane lideri Boby Sands sonunda öleceği açlık grevini cezaevinde sürdürürken fotoğraflarda hemen onun yanıbaşında yer alan... Örgütün beyin takımından... Aile boyu aynı yolun yolcusu olan... Teröre bulaştığı için damadıyla birlikte yargılanan... Denis Donaldson’un İngiliz devletinin ‘köstebeği’ olduğu 2005 yılı Aralık ayında ortaya çıktı.
Olayı hemen burada değerlendirmiştim.
Çok geçmedi, dört ay sonra da yeni gelişmeyi yazdım: Ailesi ve yakınları tarafından dışlanan Donaldson sığındığı köy evinde örgüt tarafından infaz edilmişti.
Donaldson’un deşifre olması savcılar yüzündendi. İngiliz devletine IRA’dan bilgi sağlayan Donaldson, IRA tarafından damadıyla birlikte İngiliz istihbaratından belge çalmaya yollanmış ve yakalanmıştı. Görülmekte olan dava, üç sanığa en ağır cezaların verilmesi beklenen bir ortamda, anlaşılmaz bir biçimde, savcının isteğiyle kapatılıvermişti.
İngiliz basını “Ne oluyoruz?” diye sorgulamaya başlayınca kulaklara fısıldanan gerçek manşetlere de taşındı. ‘Köstebek’ti Donaldson...
“Sadece bizde oluyor” diye düşünmeyesiniz amacıyla yazdım bunları...
(STAR)