Öncellikle İslam aleminin, okuyucularımın, dostlarımın ve bütün sevenlerimin Mübarek Ramazan aylarını bütün kalbim ve en içten duygularımla tebrik eder, yeryüzü ve gökyüzünü ayetlerle dolduran Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu bu ayın ayrımsız bütün insanlığa barış, kardeşlik ve huzur getirmesini Cenab-i Allah’tan niyaz ederim.


Aslında bugün sizler için derleyip toparladığım Ramazan’ın narin ruhunu yansıtan birkaç anekdotu anlatacaktım ancak benim hayatımda da çok önemli bir yeri olan, aklıma geldikçe duygusallığımı kabartan ve 1991’de öldürülen rahmetli Vedat Aydın’ın 7 Temmuz ölüm yıl dönümü olması sebebiyle onu rahmetle anmadan da geçmek istemedim.


Bütün insanlığın tarihinde olduğu gibi halkların tarihinde de bazı olaylar var ki; insanlığın ve halkların da kaderini değiştirdiği gibi tarihin akışını da değiştirmektedir. Bu akış bazen öyle güçlü, gür ve haşmetli ki Dicle ve Fırat’ı bile tersine akmasını sağlayacak kudrette olabiliyor.


Kuşkusuz Cumhuriyetten bu yana Kürtlerin tarihinde pek çok katliam ve cinayet sembolleşmiş, sadece Kürtlerin değil kendine insanım diyen bütün insanların yüreğinde derin izler bırakmıştır.


Tıpkı Ergenekoncuların kurduğu JİTEM’in eliyle katledilen rahmetli Vedat Aydın’ın cenazesinde halkın tarih yazdığı, Dicle ile Fırat’ın tersine aktığı, gözyaşların Dicle’de boğulduğu, kurşunların bedende sustuğu ve hawar hawarların gökyüzü meleklerini ağlattığı gibi.
Tıpkı milyonların cenazede uğradığı bütün katliama rağmen bugün Mısır’daki katliama uğrayan halk gibi kurşunlara ve bombalara karşı geldiği gibi...


Tıpkı yakılan Vedat Aydın’ın ateşi bütün Ortadoğu’yu sardığı ve bütün dünyayı etkilediği gibi…


Kaderin cilvesine bakın ki; Aydın; HEP’in il başkanlığına seçildiği Haziran ayında benimde evim askerlerce 16 Haziran 1991’de yakılmıştı. 12 Eylül askeri darbe döneminde tutuklanıp 4 yıl hapis yatan, 28 Ekim 1990 tarihinde İHD Genel Kurulu'nda konuşmasını Kürtçe yaptığı için tutuklanan ve duruşmada Türkçe konuşmayı reddeden Vedat Aydın’ın yanına dava açmak ve avukat yardımı için ilk gittiğimde müsait değildi ve bana “yarın saat 14.00’te gel” demişti.


O zaman Lise 2’ye gidiyor ve psikolojik olarak da çok perişan bir durumdaydım. Sonraki gün yanına gittiğimde, beni oturttu ve “biraz bekle Cebbari arayacağım o sana yardımcı olur.”dedi. Cebbar dediği, dönemin İHD Diyarbakır Şube Başkanı ve sonrada Bağlar Belediye Başkanı olan Av.Cebbar Leygara idi.


Tabii, Leygara yardımcı olmadı ya, o da ayrı bir olay.


O gün Aydın’ı çok kararlı, davasına ölümüne inanan ve korkuyu tanımayan biri olarak gördüm.


Davası, siyasal duruşu ve inancı ne olursa olsun maddi çıkar, şan, şöhret ve makam beklentisi içinde olmadan davasını ölümüne savunan insanlara her zaman saygı duymuşumdur.


Ve Vedat Aydın’da gerçektende saygı duyulacak bir insandı.


O telefonla konuşur ve gelen giden insanları ağrılarken bende onu pür dikkatle izliyordum. Arada bir beni unutmasın ve Cebbari arasın diye de kendimi adeta hatırlatıyordum. Çocuktum işte… Kendi sorumluluğu kaldıramazken birden aile sorumluluğunu almış ve can havliyle bir çıkış arıyordum. Evi yakılanlar ancak evi yakılanların halinden anlar.


5 Temmuz'da evinden gözaltına alınan Vedat Aydın’ın cenazesi 7 Temmuz'da bulundu.


1990’lı yıllar da Güneydoğu’da yaşananlar tarihin en kanlı, en acımasız ve en çetin kirli savaşıydı. Kontrgerilla elemanları cinayet üstüne cinayet işlerken aynı oranda da köyler yakılıp yıkılıyor, gözaltında kayıplar, işkenceler yaşanıyor ve bölge halkı tam bir cehennem cenderesinden geçiyordu.


Aydın’ın cenazesi toprağa verileceği günde Diyarbakır kendi tarihinde hiç karşılaşmadığı kadar milyonlarca insanın törene akmasına şahit oldu. Cenazeyi alan milyonlar Aydın’ı bağrına basarken cuntanın ceberut zihniyeti bunu içine sindiremedi ve milyonların üzerine Diyarbakır’ın Surlarından kurşun yağdırdı. Halk kurşunlardan kaçacağına tam tersine kurşunların üzerine korkusuzca ve öfkeyle gidiyordu.


O gün yüzlerce insan katledildi…


Sadece bulunduğum Şehitlik mevkiinde gözlerimin önünde onlarca ölü ve yaralı vardı.


Hiçbir savaş bu kadar kirli ve bu kadar ahlaksız değildi.


Hiçbir savaş bu kadar acımasız ve bu kadar hunhar da değildi. O gün Serhıldan yemini içen binlerce genç dağa çıktı. Faşist cunta rejimi bu ülkede kardeşkanının akması için bütün vahşetiyle çaba gösteriyordu.


JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan'ın anlattıkları, Vedat Aydın cinayetinin nasıl hunharca işlendiğini ortaya koydu. Aydın’ın, JİTEM kurucusu olan Binbaşı Cem Ersever tarafından bizzat öldürüldüğünü söylemişti Aygan. Aygan gibi JİTEM elemanı olan Murat Demir ve Murat İpek adlı itirafçılar da yıllar sonra yaptığı açıklamalarla Vedat Aydın cinayetini devletin işlediğini itiraf etmişlerdi.


1996 yılında Kanal 21 televizyonunda çalışırken rahmetli Aydın’ın ölüm yıldönümü nedeniyle mezarı başında anılmak üzere basın davet edildi. Ancak tek bir basın kuruluşu dahi gelmemişti.


Ben ve kamaraman arkadaşım gittik. Mezarlıkta HADEP’li Selma Tanrıkulu, HADEP’li ve sonradan Kayapınar Belediye Başkanı olan Mehmet Cantekin ve HADEP İl Yönetiminden 2-3 yönetici vardı. Polis her tarafı sarmıştı.
Bir özel harekat timi bana “Ulan Cüneyt bu haberi akşam televizyonda görürsem beynine kurşun kazıttıracağım.”dedi. “O zaman kazıttır, ne duruyorsun?”diye tepki gösterdim.


Akşam haberi olduğu gibi yayınladım ve Emniyet Cinayet Büro Amiri Ökkeş’i de aradım. ‘Bana bir şey olursa sorumlu o memurdur.”dedim. Ökkeş’de “Cüneyt sende biraz daha dikkat et. Konuyu kapat.”dedi.


İşte CHP’nin zihniyeti istediği kadar Ergenekonculara ve Balyozculara sahip çıksın, insanlık tarihi onlara asla sahip çıkmayacak ve onları tarihin çöplüğüne atacaklardır.


Rahmetli Vedat Aydın’ı bir kez daha rahmetle anıyor, Cenab-i Allah’tan kendisine rahmet diliyorum.