Nefesim kesildi, kanım çekildi, telefon elimden kucağıma düştü ve o anlık benim için dünya durdu. Telefon kapanmamış olsa ki, derinden “Elif, orda mısın?” diyen yengemin sesi yükseliyordu. Beynim durmuş gibiydi. Can havliyle yerimden fırladım ve telefonu alıp “Yenge, geliyoruz ama sen beni sürekli haberdar et” dedim. Aşağı katta oturan annem ve kızlarıma hemen hazırlanmalarını yola çıkmamız gerektiğini söyledim. Sebebini söylediğimde sanırım hepsi donmuş gibi bana bakıyorlardı.
Hayatımın kısa ama en uzun yolculuğuydu. Dakikaların geçmediği, telefonların susmadığı… Kim aradı, kimlerle konuştum? Arabanın hız kadranı kaç kilometre gösteriyordu? Hiçbirinin, hiç mi hiç önemi kalmamıştı. İçimden sürekli güçlü durmak zorundasın diye tekrarlıyordum. Onların sana ihtiyacı var. Kalbim durmuştu da benim mi haberim yoktu? Atmıyordu sanki. Kulağımda bir uğultu diğer tüm sesleri bastırıyordu. Ayağımı gaz pedalından kaldırmadan son sürat gidiyordum. Her telefon çaldığında ürkerek ekrana bakmanın ne demek olduğunu benimle benzer acıyı yaşamış kişiler anlayacaktır. Çünkü, yengem bir kere daha ararsa bu iyiye işaret olmayacaktı.
Yolu yarılamıştık işte o hiç istemediğim arama gelmişti. “Acele etme kızım, yavaş yavaş gel.” dedi yengem. Kocaman yutkundum ve benden cevap bekleyen anneme bakarak “Hastanedeymiş” dedim. O an, o arabada acı gerçeği bilen kişi olarak arabayı soğuk kanlılığımla kullanmak durumundaydım. Yol sakız gibi uzadıkça uzuyor gibiydi. Başımda müthiş bir ağrı ve içimde haykırarak ağlama hissi… Bütün yolu “Ne olur Allah’ım sen bizim yardımcımız ol ve onu bize bağışla” diye içimden dua ede ede geldim.
Hastane girişinde yengemin ağlayan yüzü herşeyi anlamama yetti de arttı. Herkes arabadan indi ama benim yapmam gereken son bir görev vardı: Arabayı park etmek! İndiğimde annem ve yengem ağlıyor, kızlarım suratıma mevzuyu anlamaya çalışıyor gibi bakıyordu. Ölüm onların hiç bilmediği bir kavramdı. Anlamak için çok küçüklerdi. Lakin anlatmaktan başka çaremiz yoktu.
Hastanenin arka bahçesindeki bir kapıdan girdik. O soğuk ve ürkütücü koridorda kapının açılması için ne kadar bekledik bilmiyorum. Gözyaşlarım durmuyor ve kapı açılmadıkça sabrım tükeniyordu. Görevli uzaktan belirince kapının önünde yerimi aldım. Adam bir şeyler söylüyordu belli ki, benim ise tek hatırladığım ağzının kıpırdadığı idi. Ne dediği ile yakından uzaktan ilgilenmiyordum. O böyle kocaman fırın çekmecesine benzeyen kapağı açtığında amcamın kızı destek vermek için koluma girdi. Sessizce ağlıyor ve gerçek olmaması için dua ediyordum. Hani bazı rüyalar vardır ve uyandığınızda gerçekliğine yemin edebilirsiniz, işte ben de öyle bir rüyanın içinde gibiydim. Hala daha belki o değildir, herkes yanılıyordur diye düşünüyordum. Ama öyle olmadı. Örtüyü kaldırınca gerçekle yüzleşmiştim. Huzurlu bir şekilde uyuyor gibi duruyordu.
Onun hep doyamadan öptüğüm ve hatta şapur şupur öptüğümde kızdığı yanağına son bir kez dokundum. Hiç de benim sıcacık gülümseyen “Canım Babam”a benzemiyordu. Buz gibiydi… O an hissettiklerimin kelimelerle tarifi imkânsız. Hiçbir kelimenin ona olan sevginizi ve aşkınızı tarif edemeyeceği gibi, sizi bırakıp gittiğinde de ne söyleyeceğinizi pek kestiremiyorsunuz.
Orada ne kadar kaldık, nasıl dışarı çıktık ve nasıl yengemin evine geçtik? İnanın bu arada olanların hiçbiri yok benim hatırımda. Birkaç kişi hatırlıyorum tansiyonum yükseldiği için limonlu su içirmeye çalışan, hepsi ondan ibaret…
O gece sabaha kadar uyuyamadım. Sabaha karşı sanırım biraz dalmış olsam ki yanımdan geçenler beni uyandırmamak için büyük bir çaba sarf ediyorlardı. Ben ise gözümü açmadan önce hala rüya olmasını diliyordum. Ama evdeki kalabalığa bakınca öyle olmadığını anlamanız çok uzun sürmüyor. Gelenler ve gidenler! O telaş ancak evimizde bayramlarda yaşadığımız bir durumdu.
Cenaze namazı öncesi son bir kez evimize getirildi naaş. Ayakta durmakta güçlük çekiyordum. Ona rağmen son görevlerimi eksiksiz yerine getirmeye çalışıyordum. Kapımızın önünde dualarımızı ederken, aklıma seneler öncesi babasını kaybettiğindeki sözleri geldi. “Artık ben çocuk değilim, kuzucuğum” demişti. Anlamsız gelmişti söylediği ‘neden öyle olsun’ diye düşünmüştüm. Ben ise dakikalar içinde daha bir büyümüş ve olgunlaşmıştım sanki. O söz şimdi daha bir anlam kazanmıştı.
Şimdi o günü hatırlayınca her şeyin film şeridi gibi geçtiğini düşünüyorum. Ben ortada öylece duruyordum ve dünya benim etrafımda dönüyordu. Mezarının yakınına gidememek ne demek, size canından can veren birini toprağa verince anlıyormuşsunuz. Yüreğimden bahsetmiyorum bile…
Elimizden geldiğince anılarını, öğütlerini, hareketlerini ve verdiği değerleri yaşatmaya çalışıyoruz. Hayattayken sıkıca sarılın babalarınıza. Saniyeler içinde altüst oluyor yaşamınız ve siz sadece öyle çaresizce bakıyorsunuz.
Her aşk şarkısı dinlediğimde sizin aklınıza kim gelir bilmem ama benim ‘babam’ gelir. Ve bazı şarkıları dinlemeyi bırakırsınız. Mesela “Unutamam Seni” şarkısı gibi. Çünkü o bir baba-kız şarkısı idi. Hatta Türk sanat müziği dinlemeyi bıraktım sırf onu hatırlattığı için.
Hayat yolunda babanız arkanızda ise yere daha bir sağlam basarsınız ve daha kaygısız davranabilirsiniz. Bu yazıyı yazabilmeye cesaret edebilmem tam dört senemi aldı. Hayatımdan bir kesiti sizlerle paylaşmak istedim. “Canım Babam”ı kaleme aldım. Umarım yürekleri benim gibi atanlara sözcü ve aynı acıyı yaşayanlara yoldaş olabilmişimdir. Ben yazarak acımı hafifletmek istedim umarım sizlere dokunabilmişimdir.
Yanımda olduğunuz için sonsuz sevgi ve saygılar…
Elif Kabakçı – 08.09.2021