Diplomasinin asıl amacı devletler arasındaki problemleri müzâkere yoluyla çözümlemekdir. Bunun aksi, yâni problem gidermek yerine problem yaratmak diplomasi kavramıyla pek bağdaşmaz. Böyle bir durumun iki sebebi olabilir: Ya ilgililer bu işi beceremiyorlardır ya da amaçları odur. Herhangi bir hedefe varabilmek üzere o yokdan vâretdikleri problemi bir araç olarak kullanmak niyetindedirler. Yavaş yavaş yılan hikâyesine dönme istîdâdı gösteren ve gitgide dallanıp budaklanan Mâvi Marmara Meselesi beni bu bağlamda biraz şübheye sevkediyor. Böyle bir zâviyeden bakınca her iki tarafın da biraz kör kör parmağım gözüne türü bir davranış tarzından pek de âzâde olmadığını görüyorsunuz. İşin başından beri olabilecekler aşağı yukarı belli değil miydi? Mâvi Marmara yola çıkarken İsrâil’in buna seyirci kal(a)mayacağı âşikârdı. Bunu bilerek gemiyi o rotaya yollamak muhtemelen dikkatleri Gazze’ye yöneltmek için düşünülmüş bir taktikdi. Ancak İsrâil’in böylesine şiddetli ve düpedüz deniz haydutluğu faslına giren bir tepki vereceği herhalde öngörülmemişdi. Lâkin İsrâil’in de böyle kanlı ve ahlâksızca bir tepkiyi, işin sonunu hesablamaksızın vermesi bence gayrı-kaabil-i tasavvurdur. Uluslararası sularda seyreden sivil bir gemiyi basıp güvertede, ne hikmetse hepsi de Türk olan dokuz kişiyi katletmek herhalde bir tesâdüf olamaz. Bence İsrâil burada ya değişen Türkiye’yi yeterince anlamaksızın bu işe kalkışdı ya da fevkalâde planlı bir şekilde Türkiye’yi bir bilek güreşine zorlamak istedi. Zîrâ bütün Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de yeni(den!!!) yükselen “Hilâl”in kendi “Dâvud” Yıldızı’nı sönükleştireceği endîşesini taşıyordu ve taşıyor. İsrâil bir bakıma “yılanın başı küçükken ezilir” fehvâsınca bu işi daha başlarken halletmek istedi. Türkiye’nin onyıllar boyu dış politikada izlediği yılgın ve pasif rol onu bu hesâba götürmüş olabilir. Ankara’daki bu değişimi doğru okuyamayan İsrâil şimdi bu yanılgısını pahalıya ödeyecek gibi gözüküyor. Çünki değişen sâdece Türkiye değil! Bütün bu devâsâ bölgede oyunun kuralları değişdi! İsrâil, kurulduğu günden bu yana bütün Arab Âlemi’ne tek başına “Şah!” demek üzere kurulmuş bir yapıydı. Washington’un ona yüklediği stratejik görev buydu. Oysa artık bu strateji geçerli değil. Yeni strateji ABD’nin ve AB’nin 200 küsur milyonluk bir Arab piyasası ile sıkı ekonomik ilişkiler kurmasını emrediyor. Bunun içinse kışlaların kapatılıp AVM’lerin açılması gerekiyor. Bu durumda Washington İsrâil’i elbet kurda kuşa yem etmez ama ona yeni oyunun yeni kurallarını öğretmekden de geri kalmaz.
Bu kurallardan biri Gazze’nin bağımsızlığına kavuşmasıdır. Ardından Sûriye’ye âid olan Golan Tepeleri’nin sâhibine iâdesi.
Ben İsrâil’in de bu 60 yıllık savaşdan yorgun ve bezgin düşdüğünü sanıyorum. Hâlihazırdaki ırkçı ve faşist hükûmet târihin akışını belki bir nebze yavaşlatır ama durduramaz.
Türkiye’nin târihî rolü ise bu akışı sür’atlendirmek, bir tür katalizatörlük!
Başbakan’ın muhtemel Gazze ziyâreti rastgele bir seçim değil.