Braga-Beşiktaş maçını izlerken oynanan stadı gözlemliyorum...
Kale arkaları dik kayalıklarla çevrili, iki tane eften püften, nuh nebi döneminden kalma, eski Saracoğlu Stadı’yla, 30 yıl öncesinin Ankara Cebeci Stadı gibi bir stat...
Porto şehrine 50 dakika mesafede, mütevazı, küçük bir kent...
Beşiktaş’ı yenerlerse bin euro prim alacaklarmış...
Geçen yıl UEFA finalini oynadı ve Porto’ya 1-0 yenilerek kaybetti bu kasabaya benzeyen küçük şehir takımı...
Porto ne ki İstanbul’un yanında, Braga ne olsun?..
***
UEFA finali oynuyor ve takımı idame ettirebilmek için 6 futbolcusunu elden çıkartıyor bu sezon Braga takımı...
Bir Braga kentine ve spor kulübünün ölçeklerine ve stadına bakın...
Bir de dünyanın sayılı cazibe merkezlerinden İstanbul’a...
Onun yüz milyon Euro’nun üzerinde bütçeli futbol takımına...
İstanbul’un en zengin ilçesi Beşiktaş’ın ihtişamına, onun İstanbul Boğazı’nın en müstesna yerine konuşlanmış stadyumuna, seyircisine, olanaklarına...
Beşiktaş, Braga’yı 2-0’la geçti de gururlandık...
Bundan daha kötü takımlara elendiği de oldu Beşiktaş’ın...
Koskoca Fenerbahçe, Young Boys’a elenmişti...
***
Bunları futbol istatistiklerini anlatmak için söylemiyorum...
Başbakan Tayyip Erdoğan, şike soruşturmasının ortaya çıktığı, Türk futbolunun acil temizlenmesi gerektiğinin söylendiği günlerde, yakın çevresine şöyle söyledi:
“Türkiye’nin dünyada ekonomide, turizmde, cazibe merkezi olmada kat ettiği yolu, futbolda kat edememesinin nedeni, bir türlü dünyanın tepe ligine çıkamamasının nedeni futboldaki kirli para ilişkileri ve çarklarıdır... Bunlar olmasa ve gerçek bir futbol ekonomisi oluşturulsa Türk futbolu patlar...”
(VATAN)
***
Türkiye dünyanın en büyük 17. ekonomisi...
İlk on ekonominin içine girmenin mücadelesini veriyor...
75 milyonluk nüfusa sahip...
3-5 milyonluk ülkeler futbolda Türkiye ile boy ölçüşebiliyorlar...
Ne ekonomisi, ne zenginliği, ne futbolcu sayısı, ne ülkenin büyüklüğü, cazibesi hiçbir açıdan Türk takımlarıyla boy ölçüşemeyecek, ülkeler ve takımlar Türkiye’nin fersah fersah önünde yer alıyorlar...
Şu hale bak...
Galatasaray’ın UEFA kupasını kazanmasını, “yüz yılda bir gerçekleşecek rüya” diye anlatıp duruyoruz yıllardır...
Porto’ya 50 dakika mesafedeki Braga takımı, kupa finalini oynamış da kıl payı kaçırmış UEFA şampiyonluğunu...
Dün baktım da, dik kayaların arasında amatör küme takımlarının stadyumuna benzeyen stadının tribünlerinin üst kısımları bile tamamen boştu...
Bütün bir ikinci yarı tek kelime tezahürat yapmadılar...
***
Bunca paraya, yıldıza, transfere, tesise, taraftara, seyirciye, naklen yayın gelirine, futbol ekonomisine rağmen Türkiye hâlâ Avrupa’nın orta sınıf küçük ülkelerinin başarı düzeyini aşamıyor...
Türkiye’de futbol ekonomisini temizler ve düzenlerseniz, başarının ulaşacağı sınırı bile tahayyül edemezsiniz...
Bu ülkede şike meselesi, futboldan elde edilen yüz milyonlarca dolarlık rant meselesinin görünmeyen yüzü budur...
*****
TERÖR ÖRGÜTÜNE ‘BİLEREK’ YARDIMCI OLMAK...
Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’la ilgili iddianame mahkemece kabul edildi...
Başbuğ terör ötgütü kurmak, gibi çok ağır suçlardan müebbetle yargılanıyor...
İddianamede terör suçunu görünce geçenlerde bir arkadaşımın söylediği yeni değişiklik tasarısı aklıma geldi...
Gazetecilerin ifade özgürlüklerini iyileştiren yeni yasal düzenlemeler yapılırken bir yerde “basın özgürlüğü açısından çok sakıncalı olabilecek” ifadeler de yer alıyor...
***
65. maddede şöyle deniyor:
Örgüte üye olmamakla birlikte, örgüt adına suç işleyen ya da örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişiler, Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları uyarınca örgüt üyesi kabul ediliyor...
Aynı maddenin ikinci fıkrası gereğince bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılıyorlar...
Örgütün silahlı olması durumunda ise bu kişilere verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılıyor...
***
Her taraftan bir terör örgütünün çıktığı günümüzde, “örgüt olduğunu bilmeden ve örgüt üyesi olmadan örgüte yardım eden kişiler 1 yıldan 3 yıla kadar cezalandırılırlar” deniyor...
Burada hassas bir nokta var...
Örgüt üyesi değilsiniz...
Böyle bir örgüt olduğunu bilmiyorsunuz...
Ya da biliyorsunuz fakat örgütle bir bağınız yok...
Fakat yaptıklarınızla örgüte yardımcı oluyor, suç işliyorsunuz...
Bunun karşılığında ceza alıyorsunuz... Bilmediğiniz bir örgüte yardımcı olmayı nasıl bilebilirsiniz?..
Gazeteci yazdığı her yazıda, hangi suç örgütüne yardımcı oluyorum acaba diye düşünebilir mi?..
Sakıncaların ortadan kaldırıldığı düzenlemelere, yeni sakıncalar koymamak gerek...
*****
GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ
İHANET...
“Gerçek kişiliklerimiz ile topluma gösterdiğimiz yüzümüz arasındaki boşluk büyüdükçe, hayatımız daha az yolunda gider ve yaşamdan daha az keyif alırız...
Neden mi?..
Çünkü kendimize ihanet ederken mutlu olamayız...
Robin Sharma...”
***
İhanet maruz kalan için acıtıcı bir duygudur...
Başkasının size ihanet ettiğini öğrendiğinizde, içiniz acır, kalbiniz kırılır, egonuz yaralanır...
Başkasından gelen ihanetin kolay kolay üstesinden gelemeyen insanoğlu, kendisini, ruhuna ve kimliğine sürekli ihanet eder...
Onu olduğundan farklı sunar...
Ruhunun derinliklerindekini kendine sakladığını söyleyerek, etrafa sanal olarak ördüğü başka bir kimlikle çıkar...
O kimliğe göre, davranış modelleri belirler...
O davranış modellerini uygulayarak toplumsal statüde kendisine yer eder...
Kendisi değildir...
Oynamaktadır...
***
Toplumsal statüdeki yeri değiştikçe, artıp, eksildikçe, statüdeki değişikliğe paralel yeni kimlikler peşinde koşar...
Yeni pozisyonuna göre üzerine yeni kimlikler giyer...
Çevrenin davranış biçimlerinden, kendine davranış modelleri çıkartır, kimlikler oluşturur, pozisyonlar belirler...
Sanal bir kişilik oluşturur...
Kendini olduğundan farklı gösterir...
Geçmişini olduğundan daha güzel, çocukluğunu yaşamış olduğundan daha mükemmel, ailevi ilişkisini olduğundan daha ideal gösterir...
Sanal kişilikler ve ona uygun yaratılan beklentiler, bir süre sonra “ruhlarının derinliğindeki, saklandığı zannedilen” gerçek kişilikleri de unutturur...
Yeni konumlar, yeni pozisyonlar, gerçek kişiliğini unutarak, borsadaki pozisyonlama gibi kendini pozisyonlayan insanlar...
***
Üniversitedeki sinema hocam Mahmut Tali Öngören, şimdi adını hatırlayamadığım bir Amerikan milyarderinin hayatını konu alan bir geçmiş sinema klasiğinden söz ederdi hep...
Öngören, Amerikalı milyarderin ölürken son nefesinde kimsenin ne anlama geldiğini bilmediği bir sözcük söylediğini aktarırdı...
Çevresinde biriken bütün çevre, Amerikalı milyarderin son sözünün ne anlama geldiğini araştırmaya başlar...
Bilinmedik bir yerde toplanmış parasının yerini mi söylemektedir?..
Mazide kalmış bir ifşaatı mı açıklamaktadır?..
Müphem kalmış bir konuyu mu ifşa etmektedir?.. Şirketinin ve servetinin geleceğini mi işaretlemektedir?..
Herkes Amerikalı milyarderin son sözünün ne anlama geldiğini bulmaya çalışır...
Bütün bir film insanların bitmek tükenmek bilmeyen bu çabalarıyla geçer...
En sonunda milyarderin ölürken son nefesinde söylediği gizemli sözcüğün ne anlama geldiği ortaya çıkar:
Çocukluğunda çok sevdiği ve vazgeçemediği oyuncağına verdiği “adı” mırıldanmaktadır milyarder...
Ölmeden önce, çocuklukta çok sevdiği oyuncağı hatırlamıştır...
Son sözü, çocukken severek oynadığı biricik oyuncağın adıdır...