Stadının koltuğunu söküp polise fırlatan taraftar...
Çoluk çocuk ayırmaksızın biber gazı sıkan polis...
Global ticaret devlerinin camını taşlayan eylemci...
En küçük itirazda dayak atan koca...
Çareyi dağa çıkmakta bulan genç...
Dağları bombalayan asker...
Şiddet, ortaçağın veba salgını gibi, dokunduğu yerde hızla ürüyor, kan döküyor, can alıyor. Baş etmesi de giderek güçleşiyor.
Biz ona hükmedemedikçe şiddet bize hükmeder hale geliyor.
* * *
Neden?
Uzun bir liste yapmak mümkün...
İlk akla gelen, “insanın içindeki saldırganlık dürtüsü”dür.
Aslında uygarlık tarihi, bu dürtüyü frenlenme çabası diye özetlenebilir. Çok başarılı olmuş gözükmüyor.
Bir başka tez, şiddetin nedeninin kalıtsal değil, toplumsal olduğunu söyler. Öfkeyi üreten, şiddeti büyüten, sefalettir, cehalettir. O yüzden şiddetle mücadele için önce onu yetiştiren bataklığı kurutmak gerekir.
* * *
Bunlar kabul gören, klasik tezler...
Ama daha çok şiddet uygulayanı sorumlu tutan, irdelemeye çalışan yaklaşımlar...
Oysa günümüzde şiddetin elementlerine baktığımızda, “Yanlış eğitilmiş, vahşi tabiatlı sefiller”in ötesine geçen bir sorumlular listesiyle ve çok daha geniş bir gerekçeler yelpazesiyle karşılaşıyoruz.
Bugünkü şiddeti doğuran önemli gerekçelerden biri, “devlet şiddeti”. Yani güç kullanımının, bizzat iktidar tarafından bir hükmetme yolu olarak benimsenmesi... Devlet aklının, Kürt sorunundan holigan salgınına, aile içi şiddetten öğrenci hareketlerine kadar hiçbir alanda barışçı çözümler üretememesi...
Bir başka gerekçe, toplumda “gücü gücü yetene” ilkesinin şiar edinilmesi... Elinde güç olanın bunu, iktidarını pekiştirmek için kullanmaktan çekinmemesi... Şiddeti reddeden çözüm yollarının, özgürlükçü ifade kanallarının tıkalı olması... Kaba kuvvetin, sonuç veren bir yöntem olarak benimsenmesi... Bu nedenle de herkesin güç edinme peşine düşmesi...
Ve nihayet adaletsizlik...
Ben bugün şiddetin üremesinde “haksızlık”ın rolünün, cehalet ve sefalet kadar önemli hale geldiğine inanıyorum.
Aslında son derece sabırlı, mütevekkil bir toplumuz. Örneğin insanlar hiç itiraz etmeden saatlerce kuyruk bekleyebilir. Ancak biri omuz atıp haksız yere öne geçtiğinde, yetkililer buna müdahale etmediğinde, hatta tersine boyun eğdiğinde, bu haksızlığa isyan başlar ve şiddet devreye girer.
Bu “sabır taşması hali”, derbide de geçerliydi, şike soruşturmasında da, Ergenekon tutuklamalarında da, Kürt sorununda da...
Günümüzde insanları şiddete sevk eden, cehaletten ya da sefaletten çok,
a) devletin şiddeti,
b) adaletsizlik illeti,
c) diğer hak arama kanallarının (yüksek yargı, gösteri hakkı, örgütlenme özgürlüğü, medya vs) tıkanmış olması...
Devletin zulmüne uğramış, adaletten ümidi kesmiş, dili kilitlenmiş, örgütsüz bir toplumun öfkesini ne Diyanet fetvası durdurabilir ne de biber gazı...
Şiddetin en güçlü panzehiri adalettir.
Yazı yazanın, poşu takanın, slogan atanın baskıyla ezildiği yerde zulüm bitene, adalet gelene dek, ne yazık ki tek seçenek, şiddettir.
(Milliyet)